Paylaş
Malum ve müseccel konu: Türkiye ve Avrupa Birliği’nin Hal ve Gidişi gibi bir şey.
Bendeniz ve Ülker İnce salonda dinleyici olarak bulunmaktayız.
Hazirûnun çoğunluğu 20 yaş dolaylarında öğrenciler. Ben bayılıyorum, hayranım bu Türk gençlerine. Gürül gürül Fransızca konuşuyorlar, Türkçeleri de aksansız ve akıcı. Güzel ve yakışıklı hepsi! Fransız dinleyicilerin çoğu da Türkçe biliyor.
* * *
Bu konuda yeni bir dil keşfetmemiz gerektiğini belirten Latife Tekin konuyu artık ciddiye almamamızı önerdi. Şunu bir kez daha anladım ki Latife Tekin hayatım boyu tanıdığım en zeki insanlardan biri. Strasbourg’da söylediklerini mutlaka yazıya dökmeli.
Öteki üç katılımcının söylediklerini hakkıyla özetleyemeyeceğim için adlarını da veremeyeceğim.
1974’te Ankara’da tanıdığım, Avrupa Birliği’nde görevli Fransız dostum, AB-Türkiye arasındaki ilişkilerde bilinen şeyleri tekrarladı. Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel yapılan ciddi öneriye karşın AB’ye girmeye hevesli görünmemişlerdi. 2002’ye gelinceye kadar Türkiye hükümetleri dişe dokunur bir çalışma yapmamışlardı. (Dostum, Ecevit’in koalisyon hükümetinin yaptığı ciddi katkıları nedense unutuyordu.) Ciddi çalışmalar AKP hükümeti ile başlamıştı. Falan, filan?
Türkiye’de görevli bulunmuş bir Fransız hanım gazeteci Türk-Ermeni ilişkilerinde, şimdiye kadar dinlediğim en şerefli, en nesnel, en tarafsız konuşmalardan birini yaptı. Ama Fransa’nın Türkiye takıntısının kökenlerini açıklamakta yetersiz kaldı.
* * *
Oturumun son bölümünde dinleyici olarak söz aldım ve soru sormayacağımı, eleştiri yapmayacağımı, ancak katkıda bulunmak istediğimi söyledim:
“Türkiye’nin birçok bakımdan yetersiz bir durumda olduğunu kabul etmemek mümkün değil.
Ancak Sovyetik Blok’un yıkılmasından hemen sonra, AB’nin armudun sapı, üzümün çöpü demeden, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı kendi egemenlik alanına katarak, Rusya’ya karşı aynı malzemeden yeni bir Perde kurdu. Bu durumu mutlaka değerlendirmeliyiz. Şu anda bile Türkiye, AB’ye girmek için bu ülkelerden çok daha donanımlı. Bu bakımdan Türklerin aşağılık duygusuna kapılması gerekmez.
Fransızların kaçı, Fransa’nın Çukurova’yı işgal ettiğini, yabancı lejyonuna bağlı özel bir Ermeni Lejyonu kurduğunu, dünyanın dört bir yanından gelen Ermenilere Fransız üniforması giydirip ellerine Fransız silahı verdiğini bilir? Elbette o döneme Türklerin ‘Kaç Kaç’ dönemi dediklerini de bilmezler.
Fransızlar Ermeni sorunu konusunda neden kendi tarihçileri Gaston Gaillard’ı okumazlar? Tarihçinin ‘Les Turcs et l’Europe’ (‘Türkler ve Avrupa’) (La Librairie Chapelot, 1922, Paris) adlı kitabı 1922’den sonra neden bir daha basılmamıştır?”
* * *
Özet: Belli bir çevrenin (çevrelerin) tarihi gerçekleri öğrenmeye, bilmeye gereksinimi yok. Onlar için tarihsel gerçekleri nasıl algıladıkları önemli. Durum buysa, neden tartışmalar yapılıyor, herkes kendi algısına (önyargısına) sarılsın! Zaten yapılan da bu!
Paylaş