Paylaş
Gen, DNA’nın bir parçası ve bu “yönetici” molekül saç rengimizden boyumuza, hangi kalıtsal hastalıkları geçirmeye eğilimli olduğumuza kadar A’dan Z’ye yaşam döngümüzü belirliyor. 1990-2003 arasındaki 13 yıl süren uluslararası araştırma olan Human Genome Projesi’yle (HGP) insanın genetik şifresinin yüzde 99’u çözüldü. İnsanın genetik şifresinin çözülmesinin ardından hücre, gen ve yeni nesil kanser tedavileri baş döndürücü bir hızla gelişti.
GEN TEDAVİLERİNİN ÜSSÜ
İsviçre Basel’deki Novartis Kampus, sağlık alanında bu teknolojinin üssü gibi. 23-24 Ocak’ta 2017 yıllık değerlendirme toplantısı için davetli olarak gittiğimde kampusu ve labarotuvarları gezme fırsatı buldum. Önce şirket yetkililerinden aldığım bilgiler ve izlenimlerim:
Araştırma-geliştirme faaliyetlerinde 23 bin kişinin çalıştığı, yılda 9 milyarlık araştırma/geliştirme bütçesi kullanan ve Ar-Ge yatırımlarının tüm sektörlerde her defasında dünyanın ilk 20’si arasına girdiği şirket, “gen yeni ürün adaylarından” oluşan geniş bir araştırma portföyüne sahip. Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi’nin (FDA) geçen yıl ilk kez onay verdiği hastanın kendi bağışıklık sistemini kanserli hücreleri öldürmesi için yeniden programlanması olarak tanımlanan kök hücre temelli gen terapi yöntemi “canlı ilaç” (CAR-T) yönteminin lösemi dışındaki diğer nadir kanser türleri ve oftalmoloji (göz hastalıkları) ile kellik tedavisi alanlarında da kullanılması için çalışma yapılıyor. Bilim adamları, “gen değiştirme” gibi yenilikçi tedavileri kullanarak ölümcül hastalıklara çare arıyor.
AB MEVZUATI UYGUN
Teknik tarafını gördükten sonra hukuki tarafını Novartis Kardiyometabolizma İş Birimi Global Marka Direktörü Bahadır Pakiş’e sordum. Pakiş, gen araştırmalarının AB mevzuatına göre sorunsuz yürütüldüğünü, bir engelle karşılaşmadıklarını söyledi. Pakiş son olarak, kalp yetmezliğinde ani ölüm riski ve hastaneye yatış ihtiyacını yüzde 20 azaltan, yenilikçi bir tedavinin SGK kapsamında ödenmesi için Sağlık Bakanlığı ile çalışma yapıldığını da belirtti.
YENİ MEVZUAT GEREKLİ Mİ?
Bu gelişmelere paralel, genetik kopyalama ile önce koyun, sonra maymun gibi yeni canlılar meydana getirilmesi, gıdaların üretilmesinde ve hastalıkların teşhis-tedavisinde gen tekniklerinin kullanılması, tüm ülkelerin hukuk düzenlerinin çözüm bulmak zorunda olduğu yeni konular arasına girdi.
Ülkemizdeki duruma dönersek; TBMM’ce, “Avrupa İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi” 3 Aralık 2003’te kabul edildi ve 20 Nisan 2004’te yürürlüğe girdi. Anayasal düzeyde kişinin vücut bütünlüğü, deney yasağına ilişkin temel normlar bulunurken, gen teknolojilerinin kötüye kullanılmasına karşı özel olarak koruyan ve bu teknolojileri desteklemeye dönük özel bir yasal düzenleme bulunmuyor.
İnsan embriyonu hakkında ülkemizdeki tek düzenleme Üremeye Yardımcı Tedavi (ÜYTE) Merkezleri Yönetmeliği. Ülkemizde, tüp bebek merkezlerinde, DNA’ları seçilerek yumurta ve sperm döllenmesi, kök hücre tedavisi gibi konular Sağlık Bakanlığı’nın izni ile yürütülüyor. Türkiye’de ilk aşamada bu konudaki otoritelerin altını çizdiği, “Embriyonun Korunması ve Kök Hücre Çalışmaları Hakkında Kanun”un yürürlüğe girmesi gerekiyor. Birçok genetik hastalığın tedavi edilebilme güç ve potansiyeline sahip böyle bir konunun, geleceğin en önemli konusu olacağı öngörüsünden hareketle, araştırmaların ve uygulamaların yasal ve etik sınırları belirlenmeli. Çıkarılacak yeni yasanın “Kök hücre araştırmaları, tedavi edici klonlama, fazlalık embriyonların kullanımı ve araştırma amaçlı klonlama, embriyonun hukuki statüsü” gibi konuları ayrıntılı düzenlemesi gerektiği de çok açık. Önerim ise dünyadaki örnekleri gibi Türkiye’nin bu alanda AR-GE’ye yatırımları yapıp, sağlam bir biyoteknoloji altyapısı oluşturulmasıdır.
Genlerin hukuku geleceğin hukuku olmaya aday görünüyor özeti.
Paylaş