Paylaş
Tıpkı obezite gibi, tıpkı diyabet ve damar sertliği gibi hipertansiyon sorunu da öyle durduk yerde ve de tesadüfen patlamadı. Diğerleri gibi onu da kendi ellerimizle biz yarattık. Kırmızı mumlu davetiyelerle biz davet ettik.
Uzmanlar hipertansiyon patlamasına yol açan iki temel yanlışımızda hemfikir.
Bir: Kilo sorununun yaygınlaşması.
İki: Aşırı tuz tüketimi.
HA ‘FAST’ HA PAKET GIDA
Kilo problemi sadece bizi değil, yirmili yaşlardaki çocuklarımızı bile hipertansiyonlu yaptı. Orta yaşlı kadınlarımızın ise çoğu göbekli ve hipertansiyonlu hanımlar haline geldi. Sadece artan kilosu, büyüyen göbeği, genişleyen bel çevresi nedeniyle 15 yaşında hipertansiyona yakalanabilen çocuklarımız, tansiyonunu bir değil, iki-üç hapla zor düşüren kadınlarımız var. Tuz tüketimimizdeki patlama da başka bir problem. Dışarıda yenen yemeklerin ve tüketilen hazır ve paketlenmiş besinlerin miktarı arttıkça tuz tüketimimiz otomatik olarak artıyor. Çünkü ister fast food, ister paketlenmiş hazır gıdalar olsun hemen hepsinin içine hem daha çok lezzet katmak –daha çok satmak-, hem de bozulmalarını önleyip raf ömürlerini uzatmak için üreticiler gereğinden çok tuz -ya da sodyum içerikli kimyasallar (örneğin sodyum benzuat)- ekliyor.
VE DİĞER YANLIŞLAR
Tabiî ki sadece bu ikili değil suçlu olanlar. Başka yanlışlar da yapıyoruz. Örneğin alkol kullanımının yaygınlaşmasının da bu konuda payı var. Özellikle gençlerdeki hipertansiyon problemi ile alkol tüketimi arasında ciddi bir bağlantının olduğu kesin.
Sorunlular listesine enerji içeceklerini ve fruktoz bombası meşrubatları da eklememiz lazım. Zira bunların her biri kalori ve kafein bombası şeyler. Kafeinin ve fazla kalori yüklemenin ne kadar mühim bir hipertansiyon riski olduğu ise tartışma götürmez. Konumuz hipertansiyon. Buyurun…
ORGANİZE İŞLER BUNLAR!
Hİpertansİyon genelde tek başına gelişen bir bela değil!
Çoklu kötülüklerle birlikte adeta bir çete gibi hareket eden organize bir yapının parçası. Bu nedenle de çoğu hipertansiyonlunun göbek bölgesinde yağlanma, bel çevresinde kalınlaşma, karaciğer yağlanma ve iltihaplanması, şeker hastalığı ya da gizli şeker, kolesterol/trigliserid yüksekliği, ürik asit fazlalığı gibi başka problemleri de var. Kısacası adeta “organize bir çete” ile karşı karşıyayız.
İŞTE BİR ÖRNEK
Bu tehlikeli ve organize ekipten (çeteden) herhangi biri kapımızı çaldığında bugün ya da yarın diğer arkadaşlarının (yani çetenin diğer üyelerinin) da aynı kapıdan içeri girme ihtimalinin yüksek olduğunu unutmamalıyız.
Bir örnek vermek gerekirse; hipertansiyonluların en az üçte birinde kolesterol değerleri de yüksektir.
İstatistikler fazla kilolu ve göbekli hipertansiyonluların tamamında karaciğer yağlanmasının, yarısında da açık veya gizli gut hastalığı (ürik asit fazlalığının) ve kan şekeri dengesizliğinin bulunduğunu gösteriyor.
Bu çeteyi iyi tanımak ve bilmek işte bu nedenle son derece önemli. Çünkü çetedeki her bir eleman yalnız başına bile kalp ve damarlarımız için çok mühim birer tehdit. Birlikte olduklarındaysa daha öldürücü vuruşlar yapabiliyorlar.
HİPERTANSİYONDAN NEDEN KORKULUYOR?
* Tansİyonumuzun yükselmesi koroner kalp hastalığına yakalanma riskimizi arttırıyor. Eğer böyle bir hastalığımız varsa da oluşabilecek kötü sonuçları hızlandırıyor. Mesela kalp krizlerine, kalp yetmezliklerine, kalp ritim bozukluklarına, hatta ani ölümlere davetiye çıkarabiliyor.
* Hipertansiyon beyin damarları için de mühim bir tehdit. Yaşla birlikte sertleşip gevreyen damarların çatlamasına, felç dâhil pek çok problemin gelişmesine sebep olabiliyor. Ayrıca yol açtığı minik minik kanamalarla beynin iş gören alanlarını devre dışı bırakıyor, bellek bozukluklarına, hatta bunamaya zemin hazırlıyor.
* Böbreklerimiz için de son derece önemli bir tehdit haline gelebiliyor. Doğrudan sadece hipertansiyonla ilişkili böbrek bozukluklarına yol açabildiği gibi böbreklerdeki mevcut sorunları daha da kötüleştirebiliyor.
* Gözlere yaptığı tahribatları da unutmamak lazım. Göz içi kanamalar, retina yırtılmaları, göz damarlarında gelişen ciddi tahribatlar ve daha pek çok göz sorununun hipertansiyonla birebir ilişkisi var.
HEPİMİZİN TANSİYONU VAR
Hipertansİyon yeni bin yılın en yaygın sağlık sorunlarından biri.
Damarlarımızın içindeki basıncın olması gerekenden çok daha yüksek rakamlara ulaştığında kullandığımız tıbbi bir terim. Ama aslında hepimizin “normal” kabul ettiğimiz bir ortalama kan basıncı değeri var. Adına kısaca “tansiyon” dediğimiz o muazzam “damar içi kan basıncı ayarlama sistemi” iyi çalışmazsa zaten hayatta kalmamız bile mümkün değil.
SİSTEM İYİ ÇALIŞMALI
Mümkün değil zira kanımızın vücudumuzda rahatça dolaşabilmesi, doku, organ ve hücrelerimize besinleri ve oksijeni ulaştırabilmesi bu sayede mümkün olabiliyor.
Ayrıca tansiyon sistemimiz iyi çalışmazsa yatağımız ya da koltuğumuzdan kalkınca anında düşüp bayılırdık. Yani tansiyonumuz olmasa ayakta kalmamız bile imkânsız. Biz damarlarımızın içindeki belirli bir basıncın varlığı sayesinde sağlığımızı sürdürebiliyoruz. Peki, o zaman sorun ne?
NE YÜKSEK NE DÜŞÜK
Sorun tansiyonun varlığında değil; olması gerekenden daha yüksek ya da düşük olmasında.
Burada da tıpkı “şeker” ve “kolesterol”de olduğu gibi bir durum var. Şeker olmadan yaşayamayız. Şekerimiz çok fazla düştüğü ya da yükseldiğinde ise hastalanırız.
Kolesterol olmadan yaşamımızı sürdüremeyiz. Çok düşük ya da yüksek kolesterol değerlerindeyse sağlığımızı korumamız imkânsız hale gelir. Tansiyon için de aynı durum söz konusu: Yüksek veya düşük tansiyon da sorun yaratır.
NORMALİ NE?
Sağlıklı biriyseniz, genelde büyük tansiyonunuz (sistolik) 12, küçük tansiyonunuz (diasistolik) 8 civarındadır.
Bu rakamların etrafındaki küçük oynamalar pek sorun yaratmaz. Büyük tansiyon için 10-13,5 aralığı, küçük tansiyon için de 6-8,5 aralığı genelde normal kabul edilip hoş görülür. Prensip olarak her yaş için büyük tansiyonun 13’ten, küçük tansiyonun 8,5’ten az olması istenir.
NETİCE: HASTALIK
Ama iyi bilinir ki yaşamın süresi ve kalitesiyle tansiyonun düşüklüğünden çok yüksekliği arasında bağlantı var.
Küçük ve/veya büyük tansiyon yükseldikçe sağlık risklerimiz artar. Kalp krizi, kalp yetmezliği, aritmi, felç, böbrek yetmezliği, görme kayıpları gibi sorunlar başlar. Neticede de hastalanırız. Ömür süremiz de beklenenden kısa olur. Düşük tansiyon değerlerinde ise (özel bazı durumlar dışında) sadece yaşam kalitemizi etkileyen değişimlerle –örneğin yorgunluk, baş dönmeleri, göz kararmaları- karşılaşırız.
DÜZENLİ ÖLÇÜM ŞART!
“Tansİyonum nasıl? Bende de hipertansiyon var mı?” gibi soruları yanıtlamanın tek bir yolu var: Düzenli aralıklarla tansiyonunuzu ölçtürmek.
Zira hiçbir sağlık şikayetiniz yokken, kendinizi fevkalade iyi hissediyorken de tansiyonunuz ölçülünce “15,5/9,5” gibi son derece riskli bir değerle karşılaşmanız her zaman mümkün. Sadece bu düzeyde bir yükselmede bile sizin kalp krizi geçirme riskiniz dört katı artıveriyor. Eğer ölçümde bulunan rakam 17,5/10,5 civarındaysa kalp krizi geçirme riskiniz anında sekiz katına fırlıyor.
40 YAŞ SONRASI DİKKAT
İşte bu nedenle 20-40 yaş aralığında hemen herkesin yılda bir kez, 40 yaş sonrasında “demir gibiyim” diye düşünenlerin bile yılda en az iki kez tansiyonlarını ölçtürmeleri gerekiyor.
Günün birinde açık veya gizli şeker hastalığınız, insülin direnciniz, gut hastalığınız, kan yağları yüksekliğiniz olduğu söylendiyse, bu ölçümleri daha sık aralıklarla yaptırmanızda fayda var.
VE DOKTORA DANIŞIN
Ne var ki çoğumuz bu tavsiyelere uymuyoruz. Kan basıncımızı bile bilmiyoruz.
Diyelim ki ölçtürdük yüksek bulunsa bile doktora danışmıyoruz. Haydi, biraz daha ileriye gittik, bir doktora danıştık. Bu sefer de önerilerini yerine getirmiyoruz. Yani doktora adeta laf olsun diye gidip ne tavsiyelerini yerine getiriyor ne de önerdiği ilaçları yutuyoruz.
HATA ÜSTÜNE HATA
Dİyelİm ki hipertansiyonlu biri olduğumuz öğrendik. Doktorumuz da bize bazı tavsiyelerde bulundu.
Onları da yerine getirenlerimiz maalesef parmakla sayılacak kadar az. Bol tuzlu yemekler yemeye devam edip göbeğimizi büyütmekten vazgeçmiyoruz. Hareketsiz bir hayat sürmekte ısrarcı kalıp eğer varsa uyku sorunlarımızı çözmek ya da ruhsal problemlerimizi yoluna koymak için herhangi bir gayrette de bulunmuyoruz. Daha da kötüsü doktorumuzun yazdığı reçeteli ilaçları bir yana bırakıp otçu, çöpçü tayfasının önerdiği, hiçbir faydası olmadığı net ve açık olarak kanıtlanmış palavralarla zaman kaybediyoruz.
ERKEKLERİN ‘SORUNU’...
Hatalarımız bunlarla da bitmiyor.
Bazılarımız da doktorumuzun yazdığı ilaçları bırakıp konu komşunun tavsiye ettiği hapları yutmaya başlıyoruz. Daha da kötüsü ilaçların dozunu kafamıza göre ayarlamaya çalışıyor, turşu yediğimizde dozu arttırıp tatlı yediğimizde düşürüyoruz. Sadece başı ağrıyıp göğsü sıkıştığında ya da çarpıntıları sıklaştığında hapını yutan tansiyon hastaları bile var.
Erkeklerin sık yaptığı bir hata ise şu: Çoğu erkek cinsel gücünde bir azalma oldu mu suçu hemen tansiyon haplarına yüklüyor. Şekerim yüksek düşüreyim, kan yağlarım yüksek azaltayım, stresim fazla dengeleyeyim, uykum kötü iyileştireyim demek yerine hap yutmayı bırakıveriyor. Kısacası hipertansiyon sorununda durumlar oldukça karışık.
Paylaş