Paylaş
Karaciğer sağlığını tehdit eden unsurlar son zamanlarda çok gündemde. Bir grup bilim adamı, karaciğer problemlerinin geri planında yiyecek ve içeceklerde bulunan bir madde olduğunu söylüyor ve aynı maddenin obezite salgınının da sorumlusu olduğunu iddia ediyor.
Daha da ileri gidiyorlar; şeker hastalığı, kalp krizi ve kanser vakalarındaki artış için de onu sorumlu tutuyorlar. Bu madde aslında doğal bir madde ve her gün yiyip içtiklerimizin içinde var.
Evet, doğru tahmin ettiniz. Şeker tüketimindeki artış ve yarattığı problemler burada da karşımıza çıkıyor! Bir insan vücudunun kaldırabileceğinin yüzlerce katı şeker yiyoruz. Eskiden tatlı ve şeker ender yenebilen, değerli bir şeymiş. Bir istatistiğe göre, 1800’lü yılların İngiltere’sinde (söz konusu olanın o zamanların en zengin ülkesi olduğunu unutmayın!) insanların yıllık şeker tüketimi sadece ama sadece 5 gram civarındaymış.
Düşünün, adam başına senede düşen miktar sadece bir kesme şeker kadar! Bugün çocuğunuzun içtiği kolanın içinde bile bunun 12 katı şeker var!
Ve ne vücudunuz ne de karaciğerinizin bu kadar şekeri tolere etmesi mümkün değil. Uzmanlar, karaciğer hastalıklarında görülen artışı şekere, ama en çok da bir çeşit şeker olan früktoza bağlıyorlar. Eskiden meyvelerde bulunduğu için früktoz masum olarak kabul edilirdi. Fakat artık karaciğer hastalıkları ve kanserleri, yediğimiz her şeyin içine katılan ve mısır nişastasından elde edilen früktozla ilişkilendiriliyor.
BANA GÖRE
Müzik ruhun gıdası mı?
Sorunun yanıtını Robert Ornstein ve David Sobel veriyorlar: “Müziğin yarattığı coşkunun kaynağının en azından bir bölümü beynin salgıladığı ağrı kesici ve mutluluk verici özellikleri olan endorfin maddesinin salgısının artmasında olabilir.
Seçerek ya da tesadüflere bağlı olarak da dinlesek, müzik aslında en başından beri hayatımızın bir parçasıdır. Onunla tanışıklığımız doğumdan bile önce, henüz bir ceninken annemizin karnında onun kalp atışlarının ritmini duymamızla başlar.
Doğru zamanda dinlenen doğru bir müzik bizi neşelendirir, rahatlatır, sinirimizi yatıştırır. Kendimizi kötü hissettiğimizde moralimizi düzeltir, aşırı heyecanlandığımızda sakinleştirir. Gözlerimizin yaşarmasına, iştahımızın açılmasına, çalışma ya da sevişme isteği duymamıza neden olabilir. Nefes alış hızını, tansiyonu, mide kasılmalarını ve kandaki stres hormonunun seviyesini etkiler.
Müzik eşliğinde egzersiz yapmanın neden daha iyi hissettirdiğini belki de dikkatin başka yöne çekilmesi konusu açıklayabilir. Egzersiz yaparken müzik dinlemek ağrıların daha az hissedilmesini sağlamaktadır. Bir araştırmada dengeli bir ritme uygun dans etmenin kas esnekliğini artırdığı bulunmuştur.
Müzik sizi bedeninizle barıştırır, dayanıklılığınızı artırır, nefes alışınızı düzenler ve egzersize uygun ruh haline girmenizi sağlar.
Müzik kalp atış sayısını düşürüyor, ağrı eşiğini yükseltiyor, endişeyi ve depresyonu azaltıyor. Müzikle tedavi, kanser, solunum hastalıkları, felç, eklem iltihaplanmaları, baş ağrısı, sindirim problemleri ve depresyon gibi duygusal nedenleri güçlü hastalıkların tedavisinde de yaygın olarak kullanılıyor.
Günde bir şarkı söylemek belki bütün sağlık sorunlarınızı gidermez ama emin olun kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlar.”
Bu bilgilere göre müzik ruhun sadece gıdası değil, aynı zamanda ilacıdır...
BİR SORU
İnsülin direnci nasıl kırılır?
İnsülin direnci yaygın sağlık sorunlarından biri. O ve ardından gelen kilo ve diyabet sorunu ile mücadelede en önemli nokta, önlem alıp problemi diyabet aşamasına gelmeden durdurmak.
Yapılması gerekenlerse çok basit: İnsülin salgılanmasına neden olan gıdalardan uzak durup insülin süpürgesi büyük kasları daha sık kullanmak! Hepsi bu... Peki, bu iş nasıl başarılacak?
Dilerseniz “insülin salgılanmasını” tahrik eden gıdalara “kırmızı yiyecekler” diyelim. Pankreas bunları görünce “kırmızı görmüş bir boğa gibi” kana aşırı insülin pompalıyor.
Kırmızı yiyeceklere mümkünse el sürmeyin, el sürseniz bile sadece tadına bakın ve uzaklaşın! Unlu, şekerli gıdalar, fırın ve pastane işleri, tuzlu kurabiyeler, börekler, cipsler ve tatlıların hepsi bu gruba giriyor.
Mesela çayı ele alalım. Çay faydalıdır, bunu hepimiz biliyoruz. Ama çayın içine ikişer şeker atar, günde on tane içerseniz pankreasın canına okursunuz.
Eğer insülin direncini önlemek istiyorsanız, insülin salgılanmasına neden olan gıdalarla aranıza mesafe koymalısınız. Bu aslında hiç zor değil. Doğru besin seçimleri yapmanız yeterli.
Mesela, beyaz pirinç pilavı yerine bulgur pilavı, beyaz ekmek yerine tam tahıllı köy ekmeğini tercih edin. Eğer makarna yemek istiyorsanız neden tam buğday unundan yapılmış makarna yemiyorsunuz? Üzerine bol yoğurt ekler ya da sebzeli veya kıymalı pişirirseniz işiniz daha da kolaylaşacaktır (az pişirip “al dante” olmasına çalışın).
Canınız çok pizza çektiğinde yiyin (tabii çok sık olmamak kaydıyla) ama ince hamurlu olanından ve bol sebzeli, peynirli, az yağlısından sipariş edin.
Süt ve peynir, yoğurt gibi süt ürünleri, az yağlı kırmızı et, balık ve yumurta rahatça yiyebileceğiniz besinler. Ispanak, pırasa, marul, pazı gibi az karbonhidrat içeren sebzeleri de dilediğiniz kadar tüketebilirsiniz (Mesela yumurtalı ıspanak ya da yoğurtlu ıspanak harika kombinasyonlar). Peki sadece “beslenmeyi” dikkate alarak sorunu çözebilir miyiz?
Biraz zor bence. Programa mutlaka “aktivite”yi yani “aktif yaşam”ı, özellikle de tempolu yürüyüşleri eklemeniz lazım.
BİR UYARI
Glikasyona dikkat
Öncelikle glikasyonun ne olduğunu anlatarak işe başlayalım. Glikasyon, fazla şekerin, kandaki diğer maddeler ve dokuları karamelize etmesi, sakızlaştırmasıdır.
Şeker hangi molekülle reaksiyona girerse o molekülün bozulmasına neden olur. Vücudunuzda fazla şeker dolaştığında bütün dokularınızın, organlarınızın erken yaşlanacağını varsayabilirsiniz.
Mesela LDL-3 ve LDL-4 olarak bilinen kötü kolesterol parçaları glikasyona uğradıklarında ‘ultra kötü kolesterol’ olarak bilinen son derece tehlikeli bir kolesterol formuna dönüşüyor.
Şeker yüzünden karamelize olmuş, yapışkan bir hal alan bu kolesterol parçalarının damarlarınızı tıkaması, bir kalp krizine ya da inmeye neden olması büyük bir olasılık.
Şeker hastalarında kalp ve damar sağlığı için büyük bir risk faktörü oluşturan bu ultra kötü kolesterol parçacıklarına daha sık rastlandığını belirtmeme gerek var mı? Ciltteki kolajen yapısı da glikasyona maruz kaldığında cilt daha hızlı yaşlanıyor, kırışıklıklar derinleşiyor.
Kan şekeri yüksek seyreden diyabetlilerin beklenenden daha hızlı yaşlanmaları glikasyon sürecine bağlanıyor. Glikasyonun yaşlanma üstündeki etkisi iyice anlaşıldığından beri, glikasyonu yavaşlatan doğal destekler ve ilaçlara olan ilgi de artıyor.
Bu konudaki araştırmalar gün geçtikçe çoğalıyor. Hatta glikasyonu kontrol altına almak, anti-aging üstüne odaklanan çalışmaların en önemli hedeflerinden biri haline geldi.
Bu araştırmalar ışığında keşfedilen moleküller arasında en önemlileri benfotiamin, alfa lipoik asit ve metformindir. Ben imkânı olanların bu anti-glikasyon ajanlarından faydalanmalarının doğru olacağı düşüncesindeyim. Tabii, doktorlarıyla konuşarak ve onların tavsiyelerini dikkate alarak.
NOT ALIN
Anti-glikasyon moleküller
Şekerin proteinleri glikasyona uğratmasını önleyip yaşlanmayı geciktirdikleri düşünülen bazı maddeler var. Doktorunuza danıştıktan sonra faydalanmayı düşününüz.
Alfa lipoik asit: Alfa lipoik asitin temel görevi hücrede şekerin yakılması ve kalbe, beyne, kaslara güç vermek için enerjiye dönüştürülmesidir.
Yaklaşık 20-30 yıl önce keşfettiğimiz, ama yeteneklerini öğrendikçe daha çok sevdiğimiz bu madde, ıspanak, pazı, brokoli, karnabahar ve sığır etinde bulunuyor. Diyabete bağlı nöropatiyi önlemeden cilde destek sağlamaya kadar farklı amaçlarla kullanılan bu maddenin yetersizliğinde vücut ihtiyacı olan enerjiyi toplayamıyor ve yaşlanmaya neden olan hücresel süreçler hızlanıyor.
Alfa lipoik asidin şeker hastalarında oluşan sinir sistemi sorunlarını geciktirdiği ya da hafiflettiği, bu hastalarda sinir hasarının yol açtığı dayanılmaz ağrıları ve uyuşukluk hissini azalttığı biliniyor.
Yapılan araştırmalar, bu maddenin şeker hastalarında sık görülen kalp aritmisini de önleyebileceğini gösteriyor. Bellek sorunlarını geciktiren, katarakt ve beyin felci riskini azaltan, ayrıca karaciğer fonksiyonlarını güçlendirdiği de düşünülen alfa lipoik asit takviyelerinden faydalanmanızı öneriyorum.
Benfotiamin: Pek çok araştırma bu molekülün güçlü bir glikasyon önleyici olduğunu gösteriyor. Her ne kadar birçok insan için yeni bir kelime olsa da, benfotiamin çok tanıdık bir vitamin olan B1 vitaminin farklı bir formudur.
Bu yeni ama çok tanıdık molekül, ilk kez bundan 50 yıl kadar önce Japonya’da alkole bağlı sinir hasarını, yani alkolik nöropatiyi tedavi etmek için kullanılmış.
Glikasyona bağlı hasarı önlemek için, son yıllarda yeniden popüler olmaya başlayan benfotiamin takviyelerinden günde 300 miligram civarında almak yeterli.
Metformin: Glikasyon önleyici moleküllerin en etkilisi bir biguanid türevi olan metformindir. Metforminin özellikle LDL-3 ve LDL-4 kolesterol parçacıklarının glikasyonunu geciktirdiğini gösteren çok ciddi bulgular var.
Son olarak kötünün kötüsü kolesterol parçacıklarının oluşumunu metformin ile önlemenin ya da yavaşlatmanın mümkün olduğunu gösteren bir çalışma bile yayınlandı.
Bu kolesterol parçacıklarının glikasyon yüzünden sakızlaşarak damarlar için büyük bir tehlike yarattığını unutmayın. Ayrıca metforminin Alzheimer riskini de azalttığı düşünülüyor.
Paylaş