Paylaş
STRES yoğunluğu ile sağlığımız arasında ters orantılı bir ilişki var. Yaşlanmayla ilişkili hastalıkların çoğu da kronik ve yoğun stresle birebir ilişkili. Stres yoğunluğu arttığında tansiyonumuz, şekerimiz yükseliyor. Kalp atımlarımız düzensiz hale geliyor. Midemiz asit üretmeye, bağırsaklarımız kasılıp büzülmeye, belleğimiz küçülmeye, dengemiz bozulup kulağımız çınlamaya, iştahımız azalmaya ya da artmaya başlıyor.
BEYNE ‘AĞIR’ HASAR
Stresin kaslarımızı daha çok yorduğu, eklemlerimizi daha erken yaşlandırdığı da gösterildi. Stresin bazı kanser türleriyle bağlantılı olabileceği de kanıtlandı. Kısacası kronik stresin sağlığımızın en büyük düşmanı olduğu kesin. Stres yoğunluğumuzu etkileyen pek çok şey var. ‘Zamana karşı yarışmak’, ‘kısa bir zaman aralığına birden çok iş sığdırmaya çalışmak’ bunların en önemlileri.‘Çok işlemcilik’ de ayrı bir stres kaynağı. Bir taraftan cep telefonuyla konuşurken öbür taraftan iş arkadaşınıza bir şeyler söylemeye çalışmak, aynı zamanda da e-postalarınızı kontrol etmek, sabah evden çıkarken eşinizin siparişlerini ve biraz önce sizi telefonla arayan çocuğunuzun okul sorunlarını düşünmek sizi strese sokmazsa ayıp olur! Özellikle ‘çok işlemcilik’ konusu zannettiğinizden de önemli. Çünkü çok işlemcilik sırasında beyin prefrontal korteks adı verilen bölgeyi kullanıyor. Kronik stres de en büyük hasarı bu bölgeye veriyor. İş hayatındaki kuralsızlıklar, ‘hayır’ sözcüğünün sevimsizliği, açık ve kapalı sosyal baskılar, dürüst olmayan davranışlar, ayak oyunları, yalanlar, pozisyon kaygıları, gelecek endişeleri, ‘statü’ tereddütlerinin de her biri azılı birer stres üreticisi. Bu nedenle stresin azalmasını beklemek bence hoş bir hayalden başka bir şey değil. Onu azaltmayı bir kenara bırakıp yönetmeyi öğrenmeliyiz...
BİR UYARI
Kilonuz fazlaysa diziniz düzelmez
ARTRİT, biz hekimlerin ‘ağrı ve hareket kısıtlılığının ön planda olduğu’ eklem hastalıkları için kullandığı ortak bir tanımdır. Hemen her eklemde oluşabilirse de soruna en sık kalça ve diz eklemlerinde rastlarız. Günümüzde kalça eklemi artritinden yakınanların da çoğaldığı kesin ama özellikle diz eklemi artritinde ciddi bir artış var. Sadece orta ve ileri yaşlarda değil gençlerde de diz eklemi artritine sık rastlanıyor. Birinci neden olarak da kilo sorununun yaygınlaşması gösteriliyor. Kilo arttıkça diz ekleminin üzerine binen ağırlık arttığı için eklem yapıları özellikle eklemin iç yüzeyini döşeyen, ekleme elastikiyet, hareket kabiliyeti ve güç veren kıkırdak dokusu isyan etmeye başlıyor.
YA KİLO VERİN YA KİLO VERİN
Bu nedenle eğer diz –veya kalça- ekleminizde herhangi bir sorun varsa kilonuzu kontrol altında tutmanız çok önemli bir nokta. Biraz önce de belirttiğim gibi fazla kilo, artritli ekleme –yani hasar gören ve yaşadığı sorunlar nedeniyle size ağrı mesajları gönderen ekleme- aşırı baskı anlamına geliyor ve iyileşmek için öncelikle kilo vererek eklemlerinizdeki baskıyı azaltmanız tavsiye ediliyor. Bunu yapmadığınızda sorunun çözümünü de unutmanız gerekiyor. Problemin ana nedeni kilo sorununu çözmek yerine ağrı kesici ilaçlara, romatizma haplarına ya da glikozamin, MSM, kondroitin, kolajen hidrozilatları gibi doğal desteklere sığınmaya kalkarsanız sorunu çözmeniz hoş bir hayal haline geliyor. Unutmayın kilonuz fazlaysa kilo vermeden diziniz de kalçanız da beliniz de düzelmez!
BİR HATIRLATMA
Altmış yaş bir viraj
ORGANLARIMIZIN giderek daha sık sorun çıkarmaya, sorun çıkarmasalar bile oflayıp puflamaya, daha açık bir sözcükle ‘teklemeye’ başladığı yaş hangisidir? Bana göre o rakam ‘altmış yaş’ olmalıdır. Sağlığını izleyen ve ufak sorunlar dışında iyi yaşlanan biriyseniz, altmışlı yaşlarda bile ufak tefek problemler dışında ciddi bir sağlık sorunu, yaşlanmaya ilişkin belirgin değişimleri –örneğin kuvvetten düşme, ağrılar, uyku kaçmaları, bellek zayıflamaları, erken gelen yorgunluklar- pek yaşamazsınız. Yine de bir çizgi çekmek gerekirse ‘gölge çizgisi’ altmışlarda başlar diye düşünüyorum. Bu çizginin önceleri -10-15 yıl önce- ellili yaşlarda başladığını düşünüyordum ama sağlıktaki gelişmeler bize on yıllık yaş kayması fırsatı vermiş görünüyor.
UYUM SAĞLAYIN
Tabiî ki yaşlanan hücreler genç hücrelerden daha farklıdır, tabiî ki yaşlanan beyin daha farklı düşünür, daha kolay unutur, kalp daha farklı vurur, akciğer daha farklı solur, böbrek daha farklı süzer. Ama yaşlanmayı sadece fiziksel bir süreç gibi düşündüğünüzde doğrudur bu değişimler. Ruhsal yönden güçlüyseniz, biyolojik yaşınızdan daha gençseniz yaşlanma virajınızı altmışlı yaşlara öteleyebilirsiniz. Bu noktada temel yaklaşımınız bence şu olmalıdır: Yaşlanmak hoşumuza gitmeyecek, işimize gelmeyebilecek bazı değişimler yapacaktır. Doğru olanı yaşlanmanın kaçınılmazlığını ve bu değişimlerin olağanlığını kabullenip uyum sağlamaya çalışmak ve hangi yaşta olursak olalım o yaş için olabilecek en iyi sağlığa sahip olmaktır. Bir kez daha hatırlatmakta fayda var: İster ellili, ister altmışlı, ister yetmişli yaşlarda olunuz kendinize iyi bakınız, sağlığınıza dikkat ediniz ama yaşlanmayı reddetmek, yaşlandıkça gençleşmek, yaşlılığı tersine çevirmek yaşlanmayla kavga etmek gibi yanlışlara düşmeyiniz ve zarafetle, bilgece yaşlanmayı deneyiniz.
BİR BİLGİ
SADECE VİTAMİN YETMEZ
SAĞLIĞINI güçlendirmek isteyenlerin aklına gelen ilk çözüm ‘bir vitamin hapı yutmak’ oluyor ama bunun her zaman, her yaş için geçerli ve yeterli bir yaklaşım olmadığını bilmeliyiz. Doğada en az vitaminler kadar gerekli, sağlığa en az onlar kadar faydalı başka bileşikler de var. Flavonoidler olarak bilinen bileşenler bunların en önemlileri. Flavonoid ailesi, son yirmi yılda özellikle beslenme biliminin en çok meşgul olduğu alanlardan biri. Neredeyse her gün yeni bir flavonoidin varlığı fark ediliyor, her gün yeni bir flavonoidin faydaları –marifetleri- ile ilgili yayınlar yapılıyor. Flavonoidlerin çoğu meyve ve sebzeleri renklendiren, onların güzelliklerinden sorumlu bileşenler.
İŞTE O MUCİZELER
Mesela domatesteki kırmızı mucize likopen (prostat kanserinden koruyor, kalp damar hastalığını dengeleyebiliyor, cilde mükemmel bir anti güneş koruma sağlıyor), kiraz, vişne ve üzümdeki antosiyanidinler bu tür maddelerdir (antosiyanidinler de tıpkı likopen gibi insan vücudunda antioksidan olarak görev yapıyor, hücreleri serbest radikallerin zararlı etkilerinden koruyarak ömürlerini uzatıyor). Bezelye, lahana, marul veya ıspanakta bol miktarda bulunan bir başka flavonoid, lütein; gözün retina tabakasında neredeyse bir işçi gibi çalışıyor, özellikle de ileri yaşlardaki görme kaybının en yaygın nedenlerinden biri olan maküla dejenerasyonu, yani sarı nokta hastalığına yakalanma ihtimalini azaltıyor. Havuçta, kavunda, kayısıda, hatta şeftalide bol miktarda bulunan beta karoten de aynı gruptan. Onun da başta göz olmak üzere pek çok organda mucizevi faydaları var. Daha çok sebze ve makul miktarlarda meyve tüketerek sağlığınıza faydalı flavonoidlerden kazanmanın yollarını aramanızda fayda var.
NAZMİYE HANIM’A VEDA...
“EN zor olanı veda yazılarıdır” demişti yaşlı bir gazeteci hastam. Çok haklıymış! Rahmetli Nazmiye Demirel’e veda yazılarının en güzelini bizim gazeteden Yılmaz Özdil yazdı, kimseye de yazacak bir şey bırakmadı. Bana göre de rahmetli “unutmak istedi, unutmak en iyisiydi diye düşündü, sildi hafızasını, hatırlamadı” Hepsi bu! Ayrıca “sessiz, sakin, mütevazı” ama aynı zamanda “duyarlı, lafı gediğine koyan, gerektiğinde uyaran, sözünü sakınmayan” ve “şefkatte, hoşgörüde, yardımseverlikte sınır tanımayan” biriydi. O bence de “Demirel’in yarısıydı!” Süleyman Bey’e sonsuz sabırlar diliyor, yine bir başka yazarın –ismini hatırlayamadığım için beni affetsin- yazdığı gibi “İmam sorduğu için değil, âdet olduğu için değil, gerçekten iyi bildiğim için ona hakkımız helal olsun” diyorum. O, first ladylerin en asil, en mütevazı, en sade ve en güzel gönüllülerinden biriydi. Allah rahmet eylesin, nurlar içinde yatsın...
Paylaş