Fobiler, günlük hayatta en sık karşılaştığımız ruhsal problemlerdir. Dişçi korkusu, kapalı veya açık mekán korkusu ya da yükseklik korkusu, hangisi olursa olsun, hayatımızın tadını da akışını da önemli ölçüde etkiler.
Başlangıçta fobiler belki biraz eğlenceli bile gelebilir. Sizin de bahsedebilecek bir özel konumunuzun olması öyle veya böyle sinemanın, tiyatronun, asansörün hatta metro ve otobüslerin sizi korkutması veya kan görünce düşüp bayılmanız, en azından fena olmanız size de başkalarına da hikáye olarak hoş gelebilir. Ama işin pratiğine baktığınızda fobiler tadınızı tuzunuzu kaçırıp hayatı size zindan edebilir. Fobilerinizi biraz daha yakından tanımak istiyorsanız bu yazıyı mutlaka okumalısınız!
SOSYAL FOBİ YAYGINLAŞIYOR
Sosyal fobiler, sosyal yaşamınızın psikolojik tehditleridir. Sosyal fobi, bireyin yabancı insanlarla karşılaştığı ya da diğerleri tarafından gözlenme olasılığının bulunduğu durumlarda, yanlış bir şey yaparak rezil olacağına dair
korku yaşama halidir. Kişi zamanla bu durumlarla karşılaşmamak ve anksiyete yaşamamak için kendinde olumsuz duygular uyandıran ortamlara girmemeye, ortamlardan kaçmaya başlar. Sosyal fobikler, performans göstermeleri gereken sosyal durumlarda rezil olmaktan ya da olumsuz değerlendirilmekten aşırı korkarlar. Korktukları duruma maruz kaldıklarında, dikkati kendilerine yöneltir, sıklıkla kendilerini eleştirir ve terleme, kızarma, kalp atımında artış gibi fiziksel belirtiler gösterirler. Bu kişiler başkalarının bulunduğu ve performans göstermelerini gerektiren durumlarda, ‘‘Herkes bana bakıyor, kontrolümü kaybedeceğim, rezil olacağım, ellerimin titrediğini ve yüzümün kızardığını herkes fark edecek’’ gibi düşüncelere kapılıp durumlarını daha da karmaşık bir hale getirirler. Sosyal fobikler kendilerini utangaç olarak tanımlarlar. Bu utangaçlığa yoğun anksiyete ve kaçınma davranışları da eşlik eder. Sosyal fobiklerin bazıları diğer insanların önünde yemek yeme, yazı yazma ya da konuşma yapma gibi belirgin performans gerektiren durumlarda anksiyete yaşarken, bazı sosyal fobikler gündelik yaşamın pek çok alanında karşılaştıkları etkinlikler karşısında yoğun anksiyete yaşarlar.
DEONDOFOBİA
Sizi korkutan dişçiniz mi koltuğu mu
Dişçi korkusu tıbbi olarak, dişçiye gitmekten korkma veya hoşlanmama ile dişçiye gitmeyi iğrenç bulma benzeri mantık dışı durumları içerir. Bu korkunun kapsamında dişçi koltuğunda geriye doğru yatırılma, ellerin veya diğer aletlerin ağzın içine sokulması (özellikle de dişçilikte sıkça kullanılan o delici aletin), iğne korkusu ve kullanılan aletlerin steril olmaması halinde HIV, hepatit gibi bulaşıcı hastalık ve mikropların kapılabileceği korkuları da yer alır. Bu korkular aslında bir bakıma kabul edilebilir korkulardır ve kişinin bu tür korkular beslemesinde kendine göre haklı nedenleri bulunabilir. Ancak yaşantımızda her an için dişçiye gitme olasılığımız bulunduğundan hoşlanmadığımız bu durumlarla karşılaşmak zorunda kalabileceğimiz gözardı edilmemelidir. Dolayısıyla hoşunuza gitmese de bu duruma katlanmak zorunda olduğumuz unutmamalıyız.
KLOSTROFOBİ
Asansörden korkar mısınız
Klostrofobi, bireyin kapalı, basık yerlerde yaşadığı mantık dışı yoğun korkudur. Başlangıcı genellikle 30'lu yaşlardır. Kadınlarda erkeklere oranla daha çok görülmektedir. Korkulan durumlara verilebilecek tipik örnekler arasında asansör, basık tavanlı odalar ve koridorlar, kapıları kapalı ve kalabalık otobüs, yeraltı çarşıları, metro, alt geçitlerde bulunmak, oturulan oda kapısının kapalı veya kilitli olması gibi durumlar sayılabilir. Kişiler, anılan yerlerde sıkışıp kalmaktan, dışarı çıkamamaktan, nefes alamamaktan ve boğulmaktan korkarlar. Bu kişiler, sinema tiyatroya gidemez, gitseler de orta koltuklar yerine, kolayca dışarı çıkabilecekleri kapıya yakın yerleri tercih ederler. Klostrofobik kişilerde müşahade edilen ‘‘boğulma’’ duygusu öylesine yoğundur ki bu kişiler, boğazlı dik yakalı kazaklarla bile rahatsız olurlar ve gömleklerinin yakalarını ilikleyemez, kıravat ve kolye gibi aksesuvarları takamazlar. Boğulma duygusu bu durumlarla sınırlı olmayıp, sisli ve kapalı havalar da benzer duyguya yol açmaktadır. Kişiler sisli ve kapalı havaları etrafı saran, korkutucu bir duvar olarak algılarlar. Basık, dar ve kapalı alan oluşu nedeniyle hamam, duş, sauna gibi yerlerde de boğulma duygusu yaşarlar.
AKROFOBİ
Yükselmek bazen ürkütücüdür
Bu korkuyu yaşayan kişiler yüksek binalara çıkamadıkları gibi, odanın içinde pencereye yakın alanlarda dahi oturamazlar. Akrofobik kişiler, asansöre binmekten korkarlar, ancak bu, asansör içinde hapis kalmaktan ya da boğulmaktan korkmakla değil, asansörün yukarı çıkışının yarattığı endişeyle oluşan bir korkudur. Evlerde sıklıkla kullanılan ve pek çok insana zevk veren balkonlar, akrofobikler için anksiyete kaynağıdır. Bu kişiler, kendileri için oldukça zorlayıcı bir mekán olan balkonlarda otursalar bile odaya yakın tarafı tercih ederler. Yüksekte uçmasından dolayı uçağa binmekten korkan akrofobiklerin büyük bir bölümünde bu korkuya uçağın düşeceği korkusu da eşlik etmektedir. Bu durum kişinin çoğu zaman zorunlu olan uçak yolculuklarından kaçınmasına neden olarak bireyin sosyal ve iş yaşamını olumsuz etkiler. Özgül fobiler arasında yer alan akrofobi ve klostrofobide, fobik durumla (yüksek yer, kapalı yer) karşılaşanlarda anksiyete belirtileri ortaya çıkmaktadır. Bazen bu durumu düşünmek ve hayal etmekle dahi anksiyete yaşanabilmektedir.
AGORAFOBİ
Ufuklar sizi korkutmasın
Agorafobi, sıklıkla panik bozukluk gibi bazı psikiyatrik hastalıklara ikincil olarak gelişen bir durum olmakla birlikte, panik belirtileri göstermeyen bazı kişilerde de agorafobi gözlenmektedir. Agorafobi, yalnız sokağa çıkmaktan, kalabalık yerlerde bulunmaktan (sinema, tiyatro) korkma olarak tanımlanmaktadır. Panik atakla ilişkili agorafobide, ilk panik atak ev ortamı dışında gelişmişse, bireyde agorafobi gelişme olasılığı daha yüksek olmaktadır. Kişiler, panik atak ya da panik bozukluk yaşadıktan sonra otobüse ve asansöre binmekten, dışarı çıkmaktan, kalabalık cadde ve mağazalarda bulunmaktan kaçınmaktadırlar. Bazen bu kişiler evde tek başlarına kalmaktan da korkarlar. Agorafobik kişiler, bahsedilen yerlerde bulunduklarında, daha önce yaşadıkları anksiyete belirtilerini yaşayacaklarına, kaçamayacaklarına ve kimseden yardım alamayacaklarına inanmaktadırlar. Agorafobikler bu tip ortamlardan kaçınsalar bile, bazen bu ortamlara girmek zorunda kalabilirler. Böylesi durumlarda, bu kişiler kendilerine yardım edeceğine inandıkları ve güven duydukları bir kişiyle dışarı çıkarlar. Gittileri yerlerde kolayca kaçabilecekleri alanlara konuşlanırlar. Zorunlu durumlarda bile dışarı çıkmayı, işe gitmeyi ve diğer insanlarla birlikte gerçekleştirebilecekleri aktiviteleri reddederek, kendilerini dışarıya göre daha güvenli hissettikleri evlerine kapatabilirler. Bu durum agorafobiklerin ve yakınlarının yaşamlarını sınırlayarak kişiyi, aile üyelerine bağımlı hále getirmektedir.
Kan tutması gerçek midir?
Halk arasında ‘‘kan tutma’’ olarak da bilinen bu korku, sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Bu korkuyu yaşayanlar, herhangi bir nedenle kan verme, iğne yeme, diş çektirme ve diğer tıbbi işlemlerle karşılaşma durumunda kaldıklarında kalp atışlarında değişiklik, bulantı ve terleme gibi fiziksel belirtiler göstermenin yanında, bayılacak gibi olabilirler, hatta bayılabilirler de. Bu gibi direkt fobik durumlarla karşılaşma sırasında tepki gösteren ve ciddi korku yaşayan hastaların dışında, yalnızca ‘‘kan’’ sözcüğünü duymakla dahi bayılan ya da çeşitli bedensel tepkiler veren hastalar da bulunmaktadır. Bazı hastalar da ambülans sireni duyduklarında, herhangi bir ameliyattan söz edildiğinde, gazetelerde bu tip haberleri okuduklarında veya televizyonda buna benzer sahneler izlediklerinde de büyük korku yaşarlar ve hem psikolojik hem de fiziksel rahatsızlıklar gösterirler. Kan görme fobisi tedavisinde, kişinin istenmeyen tip durumla karşılaşması aşamalı olarak sağlanmakta ve uygulanan davranışçı tedavi ile hastanın seanslar arasında da ev ödevlerini yerine getirmesi istenmektedir. Davranışçı tedavi sırasında kişinin fobik duruma alıştırılması aşamalı olarak sağlanmakta ve anksiyetenin seans içinde azaltılmasına yönelik çalışılmaktadır.
(Ankara Numune Hastanesi Psikiyatri Klinik Şefi Doç. Dr. Erol GÖKA'nın izin ve katkılarıyla)
NASIL YAŞIYORLAR?
SELÇUK DEMİREL
İşim stresli değil eğlenerek çalışıyorum
Yaşım 49, boyum 171 cm, kilom 68 kg. Beslenme düzenime kendimce özen göstermeye çalışırım. Evdeysem genellikle beyaz et ve balık yiyorum. Dışarıya çıktığımda genellikle kırmızı et falan yerim ama bu da haftada biri geçmez. Seyahatteyken kendimi şımartıyorum galiba, kırmızı ette biraz fazlaya kaçabiliyorum. Çay ve kahvede şeker kullanmam ama çikolatayı çok severim. Tuzu normal oranlarda kullanırım; bir de her Türk kadar ekmek yiyorum tabii. Genelde kahvaltı etmiyorum. Bir-iki bisküvinin yanında bol bol kahve içerim. Öğlen de yemek yemiyorum, saat üç-dört gibi birkaç kruvasan, cookie falan atıştırırım. Akşam yemeğini ise kesinlikle atlamam. Bu öğünde yarım şişe kadar şarap ya da bir şişe ya da bardak bira içerim. Sigara kullanmıyorum ama arada bir puro ya da sigar içiyorum.
Düzenli vitamin ya da haricinde herhangi bir ilaç almıyorum ama
haftada bir akupunktur
yaptırıyorum. Uyku
düzenim gayet sağlıklıdır.
Haftada bir düzenli olarak
uzun yürüyüşler
yaparım. İşim de stresli
falan değil neyse ki...
Gayet severek, eğlenerek
çalışırım. Hepsinin
yanında, ailemde genetik
açıdan herhangi bir
rahatsızlık söz konusu
değil.
Prof. Osman Müftüoğlu’nun görüşü
Sayın Selçuk Demirel'in hayvansal protein seçimleri çok doğru. Daha çok balık, tavuk, daha az kırmızı et ve daha az doymuş yağ almak için güvenilir ve doğru bir yolda. Kahvaltı yapmayıp, kahvaltı yerine koyduğu zararlı trans yağ asitlerden yana zengin bisküvilere, yine diğer bir yanlışın, bol miktarda kahvenin eşlik etmemesi ne kadar iyi olurdu. Öğle vakti gelince de yine aynı hatayı tekrarlıyor: Öğün atlamak! Ara öğün gibi önemli bir desteği de yine yağlı ve yanlış başka bir seçenekle, yani kruvasanla gidermek yerine güçlü bir kahvaltı, orta düzeyde bir öğle yemeği ve hafif bir akşam yemeği ile beslenmesini sürdürebilse daha sağlıklı olurdu. Sayın Demirel'e alkol tüketimini sınırlamasını ve bir-iki kadeh şarapla yetinmesini öneriyorum. Düzenli yürüyüş alışkanlığını hafta içinde yapacağı 40-45 dakikalık düzenli egzersizlerle de desteklemesinin sağlığını güçlendireceğine inanıyorum. Sayın Demirel'in sahip olduğu güçlü genetik mirasını daha iyi ve daha sağlıklı davranışlar ve alışkanlıklarla destekleyeceğini umuyor, sağlık ve esenlik dolu günler diliyorum!