Paylaş
AMERİKA’nın güvenilir araştırma merkezlerinden San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi’nin bir grup bilim insanının ulaştığı sonuçlar, “Nature” dergisinin şubat sayısında yayınlanacak. Çalışma, aşırı şeker tüketiminin tehlikelerini bir kez daha gözler önüne seriyor. Araştırma sonuçlarını yorumlayan uzmanlar, şekerin de en az sigara kadar sağlığa zarar verebileceğine dikkati çekiyor, sağlık otoriteleri, aileler ve gıda piyasasının “şeker tehdidi”ne karşı daha uyanık olmaları gerektiğini belirtiyorlar. Aynı uzmanlara göre, sigara paketlerinin üzerindeki yazılar gibi, yüksek oranda şeker içeren yiyeceklerin paketlerinde de sağlık uyarılarının yer alması gerekiyor. Mesela 500 kalorilik bir şekerleme paketinin üzerinde şöyle bir uyarı olabilir: “Dikkat! Fazla miktarda şeker içeren bu yiyecek sağlığınız için tehlikeli olabilir”.
Sorun çok boyutlu
Açlık ve yoksullukla boğuşan bir kaç ülke dışında hemen her ülke, bu tehditle karşı karşıya. Son yıllarda endişe verici boyutlara ulaştığı için bir salgın hastalık muamelesi görmeye başlayan “kilo fazlalığı ve obezite” probleminin ve son 10 yılda 2-3 kat büyüyerek toplumsal bir tehdit haline gelen “erişkin tipi şeker hastalığı /Tip 2 Diyabet” salgınının arkasında da, şeker tüketimindeki artışın etkisi var.
İnsan bedeni, tarihin hiçbir döneminde, son yüzyılda (özellikle de geçtiğimiz 50 yılda) olduğu kadar ciddi bir “şeker saldırısı” ile karşı karşıya kalmadı. Son yüzyılda, kişi başına şeker tüketimi üçe, beşe, ona değil, 50’ye katlandı! Sağlıklı bir genç veya yetişkin – hatta bir okul çağı çocuğu bile - yılda toplam 100 kiloya yakın şeker tüketiyor. “Olur mu hocam, bu rakam biraz abartılı değil mi?” diye itiraz etmeye kalkmayın. Vereceğim birkaç rakam, sizi ikna etmeye yetecektir: Bir şişe meşrubat, gazoz veya bir kutu kolalı içecekte yaklaşık 8-10 kesme şeker kadar şeker var.
Fastfood da eklenince...
Okul çağındaki çocuklar bu tür şekerli içeceklerden (gazoz, kolalı içecekler, meyve suyu konsantreleri) günde 3-4 tane içebiliyor. Hele bir de “fastfood” salgınına paçasını kaptırmışsa, “hamburger ve patates kızartmalı” bir fastfood yemeğinde “büyük boy” bir meşrubat (veya kolalı içecek) ve dondurmasıyla, bu rakam daha da büyüyebiliyor.
Ayrıca, ister taze ister kutulanmış olsun, meyve suları ve meyve suyu konsantreleri de fazla içilirse bir “şeker tehdidi” haline gelebiliyor. Sağlıklı bir yetişkinin bile günde maksimum 20, bilemediniz 30 gram civarında fruktoz alması lazım. Vücudumuz, meyve şekeri fruktozun bundan fazlasını kullanamıyor ya da tolere edemiyor. Bir bardak taze portakal suyu, neredeyse 15-20 gram fruktoz içerebiliyor. Aşırı fruktoz kazanımı metabolizmanın canına okuyor. Size de bozulmuş glikoz toleransı, sersemlemiş bir beyin ve yağlanmış bir beden olarak geri dönüyor.
Şeker, her şeyde var!
Sorunun sadece şekerli içeceklerden kaynaklandığını söylemek haksızlık olur. Fındık ezmelerinden fıstık ezmelerine, gofretlerden bisküvilere, çikolatalı atıştırmalıklardan tatlı, renk renk pastillere kadar yüzlerce besin tıka basa şeker dolu!
Listeye yemeğinize eklenen gizli şekerleri de ilave etmeniz lazım. Salata sosları, ketçaplar, mayonezler hatta hazır çorbalar bile şeker yüklü olabiliyor. Eğer şeker tutkusuna “dur” demeyi beceremez, dilinizdeki o mini minnacık tat reseptörleri ya da beyninizdeki tat duyusunun hassas mikroskobik sinir hücrelerinin tutsağı olur, “yemek üstü tatlıları” fazlaca abartırsanız, günlük şeker tüketiminiz 250-300 grama çıkabiliyor. Pastanelerin, sütlaç, muhallebi, keşkül dükkânlarının müdavimi tatlı tutkunu biri iseniz bu rakam daha da büyüyor.
Şeker ne yapıyor?
“PEKİ, şeker sağlığımıza nasıl zarar veriyor?” sorularının yanıtına gelince: Bakkal şekeri sükroz, vücudumuza girince, kan şekerinde ani yükselmelere sebep oluyor. Bu yükselmeler pankreasa, tepkisel olarak aşırı insülin salgılatıyor. Aşırı insülin salgılanması ise “reaktif hipoglisemi” ataklarına, yani sık yaşanan tatlı krizlerine, tatlı nöbetlerine yol açıyor. Problem bunlarla da bitmiyor. Reaktif hipoglisemi bir süre sonra kalıcı insülin fazlalılığına (hiperinsülinemi) dönüşüyor ve “insülin direnci” gelişiyor. Bu noktada işler daha da karışıyor: Tatlı atakları, şeker krizleri, çikolata, dondurma nöbetleri sıklaşıyor. Yedikçe yemeye, içtikçe içmeye başlıyorsunuz. Sonrası gelsin hipoglisemi nöbetleri (çarpıntı, sinirlilik ya da uyku hali, terlemeler, el titremeleri), gelsin kilolar, bel kalınlaşmaları ve büyüsün göbekler...
Kronik hastalıkları tetikleyen de ‘o’!
AŞIRI şeker tüketen toplumlarda yaşlılıkla ilişkili problemlerin arttığı biliniyor. Şeker tüketimi fazlalığının, kısaca “kronik hastalıklar” olarak tanımladığımız, sağlık sorunlarının neredeyse tamamını tetiklediği ya da besleyip büyüttüğü (!) çok iyi biliniyor. Aşırı şeker tüketiminin kanserlerle de bağlantılı olabileceğini gösteren kuvvetli kanıtlar var. Romatizmal sorunlar, fazla şeker tüketenlerde daha sık görülüyor. Aşırı şeker kullanımının yol açtığı reaktif hipoglisemi ve insülin direnci sorununun, yaşlanamaya bağlı bellek sorunlarını da hızlandırdığı kabul ediliyor. Hipertansiyon problemine şeker tüketenlerde daha sık rastlandığı da bir başka gerçek. Kısacası fazla şeker tüketmek, yalnızca sağlıksız yaşamak değil, sağlıksız yaşlanmak anlamına da geliyor.
Ne yapmalı?
KISACASI, her ne ad altında olursa olsun fazla şeker tüketimine ‘Dur’ demenin zamanı çoktan gelmiştir. Şeker tüketimi konusunda sınırlayıcı ve uyarıcı önlemler alarak, aşırı tüketimi takip altına almak ve karşı bir bilinçlendirme kampanyası yapmak zorunludur. Bu iş belki sigaradaki kadar kolay olmayacak, hatta zannettiğimizden de zor başarılacak bir iş gibi görünüyor ama buna ihtiyacımız var. Sağlık bakanlığımızın, gıda bakanlığımızın, milli eğitim bakanlığımızın, üniversitelerimiz ve doktorlarımızın, beslenme uzmanlarımızın ve tabii ki gıda üreticilerinin ve sivil tolum örgütlerinin birlikte görev alacağı bir bilinçlendirme kampanyasına en kısa zamanda başlayalım. Hatta mümkünse bu alanda dünyada ilk ve örnek ülke olalım.
Ne dersiniz?
Son durak DİYABET!
İNSÜLİN direncinin bir sonraki durağı daha da kötü bir tablo, “gizli şeker” oluyor. Gizli şeker (prediyabet ya da latent diyabet) dönemi de can sıkıcı bir süreç. Bu dönemde hipoglisemi nöbetleri sıklaşıyor, kilolar artmaya, göbekler daha da büyümeye başlıyor. Sonrası daha da can sıkıcı: Pankreasınız yavaş yavaş “ben yoruldum arkadaş” demeye başlıyor, insülin rezevleri tükendiği için artık yeteri kadar insülin üretememe durumuna giriyor. Bu tablonun adı ise hepimizin malumu: “Şeker hastalığı”, yani Tip 2 Diyabet... Anlatmaya çalıştığım bu can sıkıcı süreci dikkatle okursanız, son 50 yılda kilo sorunu ve obezitenin neden patladığını, son 20 yılda şeker hastalığının niçin global bir salgına dönüştüğünü kolayca anlayacaksınız.
Paylaş