Paylaş
İLK BEŞ
ÜNLÜLERDEN DE FAYDALANALIM CEZA VERMEYELİM UTANDIRALIM
1)Kamu spotlarında çocukları, beyaz önlüklü doktorları değil, fikir lideri kabul edilen, sevilen, sayılan, özgül ağırlığı yüksek kişileri mesela siyasetçiler, din adamları, Prof. Dr. Aziz Sancar gibi bilim insanları kullanmamız, sevgili halkımızı onların ağzıyla “ipin ucunu bırakmamaya davet etmemiz” lazım.
2)Televizyon tanıtımlarında toplumsal kabul görmüş sevilen sanatçılardan Şener Şen, Orhan Gencebay, Türkan Şoray, Cem Yılmaz, Demet Akbağ, Ata Demirer, Şahan Gökbakar, Sezen Aksu ve televizyonun usta ismi Acun Ilıcalı’dan faydalanmak, onların toplumdaki olumlu etkilerinden istifade etmek de olabilir.
3)Belki acıtacak, belki can sıkacak hatta incitecek ama hastane yoğun bakımlarında solunum cihazlarına bağlanmış veya entübe edilmiş, yani ölüm kalım savaşı verme durumuna gelmiş hastaların dolaylı görüntülerini, hikâyelerini hiç çekinmeden net ve açık olarak halka sunalım.
4)Maske takmayanlara ceza yerine üzülmelerini hatta utanmalarını sağlayacak yeni ve şaşırtıcı uygulamalara başlayalım. Mesela yoğun bakımlarda yatanların çoğunun bu kişilerin dikkatsizliklerinin kurbanları olduğunu net bir şekilde açıklayalım.
5)Halkın kafasındaki soruların hepsini net ve açık olarak yanıtlayalım. Zatürre aşısı yapılacak mı, yapılmayacak mı? Yapılacaksa kime yapılacak? Grip aşısı bu yıl herkese uygulanacak mı? Uygulanacaksa devlet tarafından da karşılanacak mı? Elimizde her iki aşıyla ilgili gerekli stoklar var mı?
İKİNCİ BEŞ
TEST SAYISI ARTMALI, OTÇU VE ÇÖPÇÜLER SUSMALI, BİLİM ÖNE ÇIKMALI
1)Daha kısa sürede neticeye gidebilmek için 50 bin test yetmiyor. Başarılı bir süreç, bizi günde 100 bin test ve üstüne yöneltiyor. Kısacası günlük test sayısı 100 bini geçmeli. Bu bizi sadece hastaların teşhisi yanlışlığından kurtaracak, sessiz/hayalet taşıyıcıların da belirlenmesinde yardımcı olacak. Unutmayalım: Netice almak istiyorsak, hastalık yayan sessiz taşıyıcıları bulmak ve izole etmek zorundayız.
2)Okulların açılması konusu hâlâ net ve açık değil. Mesela bizim evde de torunum Aleyna’nın okula gönderilip gönderilmeyeceği en sıcak, güncel tartışma konumuz. Bu konuda da ailelere en geç ağustos ortasına kadar net ve açık bilgilendirme yapmak lazım.
3)Halkımızın kafası bağışıklık konusunda da ciddi ölçüde karışık. Ortalıkta faydası bir yana zararlı olabileceği kesin öneriler cirit atıyor. Otçu-çöpçü tayfası, bileni bilmeyeni, tıp fakültelerinin önünden bile geçmeyeni özellikle sosyal medyada tavsiye üstüne tavsiye yağdırıyor. Bilim Kurulu ve Sağlık Bakanlığı bu konuya hemen ve acilen açıklık getirmeli. Hem sahtekârların, dolandırıcıların önü kesilmeli, hem de halkın bağışıklık sistemi gerçek anlamda güçlendirilmeli. Beslenme tavsiyeleri ve diğerleri güçlendirilmeli.
4)Bana göre ilk işlerden biri hemen herkese sonbaharda D vitamini ölçümleri yapmak olmalı. Düşük bulunanlara da ücretsiz D vitamini desteği sağlanmalı.
5)Evden çalışmak iş saatlerinde kaydırmalar yapmak, toplu taşıma sistemlerinde yeni düzenlemelere gitmek, risk gruplarını netleştirip önleyici tedbirleri yeniden belirlemek ve benzeri her alanda muhtemel bir yeni dalgaya karşı yeni stratejiler üretmek daima gündemde tutulmalı.
BAYRAM YANLIŞLARININ FATURASINI KİM ÖDEYECEK
DURUM zaten net ve açık olarak görülüyordu. Neredeyse “Akın var kıyılara akın, kıyıların fethi yakın” benzeri bir yanlışa kapılarak tatil yörelerini adeta işgal ettik. İşgal bazı bölgelerde adeta koronavirüs ile sarmaş dolaş bir yaşama bile dönüştü. İşgal o kadar büyüktü ki bize kıyılar da yetmedi; bayram işgalinden dağlar, bayırlar, yaylalar, köyler, kasabalar da nasibini aldı. Netice mi? Ortada! Bodrum’da tatilimi geçirdiğim yazlık sitenin bitişiğindeki komşuda bile COVID-19 “Ben buradayım” deyiverdi. Kısacası Sağlık Bakanı da Bilim Kurulu da biz de her zaman olduğu gibi yine haklı çıktık. Peki ne olacak? Olacağı belli! İkinci dalga değil ama yeni ve etkili dip dalgalar canımızı sıkacak. Gözümüzü korkutup moralimizi bozacak, hatta belki de bizi yeni karantina süreçleriyle baş başa bırakacak.
VİRÜS İHMALİ AFFETMİYOR
BU virüsü diğerlerinden ayıran 2 temel özellik var. Birincisi, bulaşma yeteneğinin çok yüksek oluşu. En ufak bir “maske/mesafe” hatasını, en küçük bir hijyen ihmalini asla affetmemesi. İkincisi de akciğerde zatürre, dolaşım sisteminde pıhtılaşma bozuklukları hatta beyin, böbrek, kalp, karaciğerde hasara yol açabilmesi. Virüs, maske/mesafe meselesi ve hijyen konusu ıskalandığı anda tepemize anında biniveriyor. Maalesef bu bayram böylesine bir ıskalama periyodu yaşadık. Iskalama o kadar büyüktü ki Sağlık Bakanımız bile malum nezaketini bir yana bırakıp her şeyi göze alarak halka “Dikkat! 1. dalga kıyıları ziyaret etmeye başladı” uyarısını yapmak zorunda kaldı. Şimdi hepimizin, en çok da biz doktorların aklında şu soru var: Yaz bitip sonbahar geldiğinde, hele hele kış başladığında durumumuz ne olacak? İsterseniz ben lafı fazla uzatmadan ne olacağını ve neleri yaşayacağımızı daha şimdiden açıklayayım: Anadolu’daki deyimiyle “Bu çocuk okumaz!” Eğer bu kafayla gidersek bu virüs bizi asla bırakmaz. Dalgaların ikincisi de üçüncüsü de kapımızı er geç çalar. Ve biz yeniden yeni karantinalara, sıkıntılara katlanmak zorunda kalırız. NETİCE ŞUDUR: Ya aklımızı başımıza alacağız ve “Bu iş bitti” saflığından ve yanlışlığından vazgeçeceğiz ya da belki de eylülü bile beklemeden, yani değil kışa sonbahara bile merhaba diyemeden yeni karantina krizleri yaşayacağız.
Paylaş