Paylaş
Daha az kalori kazanımı yani yiyecek, içecek tüketimi belirli bir süre ve ısrarla kısıtlandığında sadece metabolizmamız dinlenmiyor, bedenimizde daha doğrusu hücrelerimizde başka pek çok iyi ve olumlu süreçler de devreye giriyor. Neticede de daha sağlıklı, temiz ve dingin bir hayat sürme şansı yakalıyoruz. Peki nasıl? Detaylar için hazırsanız buyurun...
NET BİLGİ
KALORİLER AZALDIKÇA ÖMÜRLER UZUYOR
Kalori kısıtlanmasının insülin ve insülin benzeri büyüme faktörü olarak bilinen İGF-1’in etkinliğini azalttığını neredeyse 20-30 yıl önce net ve açık olarak öğrendik. İnsülinin ve İGF-1’in azalması, aşırı ve gereksiz insülin ve İGF-1 üretiminin frenlenmesi, neticede de insülin direncinin engellenmesi şeker hastalığından Alzheimer’e, kalp damar hastalıklarından kanserlere pek çok sağlık sorununu engelleyebiliyor. Diğer taraftan son yıllardaki güvenilir çalışmalar, kalori kısıtlamasının yani daha az yiyip içmenin “Adenozin Mono Fosfat” ile aktive olan “Protein Kinaz”ı (AMPK) ve “Sirtüinler”i aktive ederek de bize hayat veriyor. İsterseniz gelin tam da bu noktada sizlerle daha önce de paylaştığım şu bilgiyi yeniden hatırlayalım: İnsülinin ve İGF-1’in aktivasyonu ömrü kısaltırken AMPK ve sirtüinlerin aktivasyonu ömrümüzü uzatmakta, yaşam kalitemizi arttırmaktadır.
KESİN BİLGİ
AZ YE ÇOK YAŞA
Mevcut bilimsel verilerin neredeyse tamamı yaşamın kalitesini ve süresini arttırmanın en etkili yolunun “daha az yiyip içmek, mümkünse de günün 12-16 saatlik bir zaman dilimini aç olarak geçirmek” ile birebir ilişkili olduğunu gösteriyor. Ve anlaşılan o ki düşünülenin aksine özellikle 40’lı, 50’li yaşlardan sonra “CAN BOĞAZDAN GELMİYOR, GİDİYOR(!)”.
Zaten bu nedenle de sadece bizde değil daha pek çok farklı inanışta oruç tutmak yüzyıllardır iyi ve güzel bir hayat sürmenin vazgeçilmezlerinden biri olarak zaten çoktan yaşam tarzı seçimlerinin vazgeçilmezlerinden biri olarak kabul ediliyor. Oruç ile sağlıklı yaşam ve iyi yaşlanma arasındaki ilişkiyi net ve açık olarak kanıtlayan yeni bir kavram, “OTOFAJİ” kavramı belki de bu nedenle son yıllarda “beslenme-sağlık ilişkisi alanı”nın en popüler konularından biri oldu.
HATIRLATMA
ORUÇ OTOFAJİYİ TETİKLER
Otofaji hücresel bir faaliyet kavramı. Basitçe, bir canlının “kendi kendine yemesi” anlamına geliyor. Bedenlerimizde şu veya bu nedenle otofaji süreci başladığında açlık/oruç nedeniyle aç kalan hücrelerimiz yaşlanmış hücrelerden geride kalan döküntüleri, çöpleri ve aynı zamanda faaliyetleri esnasında ürettikleri toksik atıkları yiyerek besin ihtiyaçlarını karşılıyor. Kısacası oruç tuttuğumuzda aç kalan hücrelerimiz otofaji süreçlerini devreye sokarak “lizozom” olarak bilinen minik organcıklarının yardımıyla yaşamlarını “kendi çöplerini tüketerek” sürdürmeye gayret ediyor. Sonuçta da hücrelerimiz dolayısıyla doku, organ ve sistemlerimiz birikmiş çöplerden, toksinlerden ve bunlardan kaynaklanan problemlerden kurtulmuş oluyor. Bir başka deyişle yaşlanmış veya ölü hücre parçalarını ve daha önceki üretim atıklarını besin/enerji kaynağı olarak kullanıp adeta bir çeşit “iç temizlik/doğal detoks” süreçlerini devreye sokuyor.
Özetle oruç tuttuğumuz her gün bedenimizde sadece İNSÜLİN ve İGF-1 yükü azalmıyor, yalnızca AMPK ve SİRTÜİN genlerimiz aktive olmuyor, aynı zamanda ciddi ölçüde bir “TOKSİN TEMİZLEME FAALİYETİ” yani “ARINMA/DETOKS FAYDASI” da devreye giriyor.
İYİ BİLGİ
ORUÇ SAĞLIKTIR
Oruç sürecinde ortaya çıkan otofajinin faydalarını bilimsel olarak kanıtlayan Japon bilim insanı YOSHİNORİ OHSUMİ 2016’da haklı olarak Nobel Tıp Ödülü’nü kazandı. Bu önemli buluş doğal olarak tüm dünyada muazzam bir ilgi uyandırdı.
Oysa otofajinin kökenleri aslında insanlık tarihi kadar eski. Özellikle bizim inanışımızda her yıl bu mübarek ayda otofaji ister istemez zaten devreye giriyor. Ayrıca insülin ve İGF-1 seviyelerimiz azalmaya AMPK ve sirtüin genlerimiz aktive olmaya başlıyor. Özetle oruç tutmanın sağlıklı yaşamın vazgeçilmezlerinden biri olması bizi şaşırtmıyor.
Yoshinori Ohsumi
Paylaş