Paylaş
Ne yediğimize dikkat ederiz ama sıra “ne zaman ve ne kadar yediğimiz”e gelince önemsemeyiz. Oysa bu sorunun cevabı da en az birincisi kadar mühimdir. Peki ne yapmalı? Günlük yemek zamanlamalarını ve miktarlarını nasıl ayarlamalı?
Sorunun yanıtı öyle pek kolay değil. Herkesin vücut yapılanması, metabolizması, sağlık sorunları farklı. Kişiye özel planlama ve çözümlere ihtiyaç var.
Son günlerde sık gündeme gelen “öğle yemeklerinin gerekli olup olmadığı”na gelince... Bu mühim bir tartışma. Detayları var. Önü arkası iyi tartışılması gereken bir konu. Yine de düşüncelerimi kısaca aktaracağım.
Eğer “gün boyu enerjik, güçlü kalayım, öğle yemeklerini takiben halsiz düşüp aptallaşmayayım, akşam yemeğinden sonra televizyonun karşısında uyuklayıp durmayayım, bu arada da her gece bebekler gibi mışıl mışıl uyuyup her sabaha zımba gibi uyanayım” diyorsanız en azından şu ayrıntılara dikkat edebilirsiniz. Buyurun...
Kahvaltıyı erken ve kuvvetli yapın
Kahvaltı öğününü sakın atlamayın. Gece boyunca aç kaldınız, neredeyse 10-12 saatlik bir “oruç durumu” yaşadınız.
Bedeninizin enerji kaynağı olarak sadece kaloriye değil, güçlü besinlere ihtiyacı var. Prensip olarak erken saatlerde uyanıp proteini güçlü (yumurtası, peyniri, yoğurdu bol) bir kahvaltı yapın.
Günlük enerji ihtiyacınızın en büyük bölümünü (neredeyse yarısını) de bu öğünde kazanmaya çalışın.
Öğleni iyi planlayın!
Öğle yemeği olmasa da olur mu? Olur diyenler de var, olmaz diyenler de eksik değil. Benim fikrime göre en azından “hafif” tutulmasında fayda var. Her şeyden önce şunu bilelim: Geleneksel beslenmemizde öğle öğünü neredeyse yok gibiydi ve en fazla bir “ara atıştırmalık” ile geçiştirilirdi.
Sanayi devrimi ve şehir hayatı bizi öğlenleri de aşırı tıkınan (!) birileri yaptı.
Özetle öğle yemeğini pas geçmemek ama hafif tutmak en doğru yaklaşım. Bu öğünü de protein ağırlıklı planlamakta yarar var. Protein ağırlıklı yapın ki (et, balık, tavuk, peynir, yoğurt) pilava, makarnaya, tatlıya yüklenip öğle sonrası toplantılarda uyuklayıp durmayın.
Akşamı hafifletin ve erken saatlere alın
Akşam öğünleri de erken saatlerde yenmeli ve hafif tutulmalı. Yani Akdeniz usulü beslenmeli ama İspanyollar veya Yunanlılar gibi akşam sofraları 22.00-23.00 saatlerine sarkıtılmamalı.
Prensip olarak bu öğünü de öğle öğünü gibi hafifletin ve akşam sofralarından tıka basa doymadan kalkmaya gayret edin. İyi haber şu: Karbonhidrat keyfinizi bu öğüne saklayabilirsiniz! Tabii ki aşırıya kaçmadan.
Mide ilacı kullanan genç erkekler dikkatli olsun
Gastrit, reflü gibi mide sorunları sık görülen problemler. Bu problemlerle karşılaşanların başvurdukları ilaçların başında da PPI grubu ilaçlar, yani içinde lansoprazol, omeprazol vs. bulunan mide hapları geliyor. Bunlara bir kez alışanlar da kullanmaya uzun süre devam ediyor. Ne var ki bu ilaçlar da –diğer pek çok ilaç gibi- masum moleküller değil. Kısa bir süre önce bunların mühim bir yan etkisi daha belirlendi.
PPI grubu ilaçlar bazı genç erkeklerde sperm sayısını düşürüp kısırlığa yol açabiliyor. Bu erkeklerin ürettikleri spermlerin kalitelerinde ve hareket kabiliyetlerinde de yetersizlik olabileceği belirtiliyor. Uzmanlar bu bulguların arka planında yol açtıkları B vitamini yetersizliğinin olabileceğine işaret ediyor.
Çocuk sahibi olmaya çalışan genç erkekler bu grup ilaçlardan özellikle uzak durmalı.
Unutmayın, Türkiye endemik bir guatr ülkesidir
Güzel ülkemizin “iyot eksikliği” gibi mühim bir kusuru var. Suyumuzda, toprağımızda, dolayısıyla yiyip içtiklerimizde ve neticede de bedenimizde yeterince iyot yok. Resmen iyot fakiriyiz!
Bu nedenle de ülkemiz coğrafi bakımdan “endemik” bir guatr bölgesi. Açılımı şu: Bir ülkede, nüfusun yüzde 10’dan fazlasında guatr sorunu varsa o ülke endemik guatr bölgesi kabul ediliyor. Bizde de böyle bir durum var.
Sokakta “sağlıklıyım” diye gezen her 10 kişiden en az ikisinde, üçünde guatr tespit edilebiliyor. Bunların da kimi nodüllü kimi nodülsüz olabiliyor. Sorun özellikle bazı bölgelerimizde çok yaygın. Mesela Karadeniz Bölgesi. Mesela Isparta ve Burdur’u içine alan Göller Bölgesi. Mesela Kastamonu/Ilgaz’ı içine alan İç Anadolu Bölgesi.
Yazıda da belirttiğim gibi sorunun nedeni iyot eksikliği. Zaten bu nedenle de uzunca bir zaman önce biz de tuzlarımızı iyotlamaya başladık. İyotlu tuz tüketiminin yaygınlaşması önemli bir önlem olacak.
Hazır kahve mi, çay mı?
Son üç yılda sıkı bir hazır kahve bombardımanı ile karşı karşıya kaldık. Gençlerimiz ikisi, üçü bir aradalarla, yetişkinlerimiz “kahve kokulu” çağrışımlarla sürekli hazır kahveye yönlendiriliyor sanki.
Peki, çay mı, hazır kahve mi tercih edilmeli? Yanıtım net: Kesinlikle çay! Hem geleneksel beslenmemize uyduğu, hem de daha sağlıklı ve güvenli olduğu için çayı kahvenin her türlüsüne tercih edin.
Aklınıza şöyle bir soru da gelebilir: Türk kahvesi mi, hazır kahve mi? Direkt Türk kahvesini tercih edin. Nedeni sadece kültürel duyarlılık değil, sağlıkla ilgili gerekçelerimiz de var.
Gelelim detaylara... Geleneksel Türk çayı içine şeker eklenmez ya da yarım şekerle filan içilirse mükemmel bir içecektir.
Hazır kahvelere gelince... Çaydan çok daha fazla kafein içerir, bu nedenle de uyku kaçırabilir, tansiyon yükseltebilir, çarpıntıya yol açabilir. Hazır kahvenin çayda bulunmayan tehlikeli bir maddeyi de içerme ihtimali var. O maddenin adı akrilamit.
Akrilamit kahve çekirdeklerinin yüksek ısıda kavrulması esnasında oluşan potansiyel bir sağlık tehdidi. Bedeninize fazlaca akrilamit yüklerseniz sinir sisteminiz bundan rahatsız oluyor, ayrıca kanser riskiniz de yükselebiliyor.
Paylaş