Paylaş
Yeni haftaya yine D vitamini notlarıyla giriyoruz. Nedeni şu... D vitamini asla sıradan bir vitamin filan değil. Onun için “VİTAMİNLERİN KRALI” tanımlamasını kullanmamızın haklı pek çok nedeni var. Son 20 yılda net ve açık olarak farkına vardık ki bu muazzam molekül “akla ziyan marifetleri” olan vitamin ötesi bir doğal mucize. Zaten böyle olduğu için de onun sadece bir vitamin değil, muhtemelen bir hormon olduğunu da düşünenlerin sayısı giderek artıyor. Ben de aynı kanaatteyim. Nedenine gelince...
İYİ BİLGİ
O HER HÜCREYE HÜKMEDİYOR
Bedenimizdeki neredeyse her hücrede D vitaminine özel reseptörler/almaçlar var. D vitamini o reseptörlere/almaçlara tutunarak hücrelerin içine giriyor. Girdikten sonra da mitokondri fonksiyonlarından (enerji üretim merkezlerimiz) DNA’larımıza kadar (genetik materyalimiz) hücrelerimizin hemen her noktasında önemli işlere imza atıyor. ÖZETLE, eğer yeteri kadar D vitaminine sahip olamazsak belleğimizden enerjimize, kalp damar sistemimizden metabolik ayarlarımıza, bağışıklık gücümüzden kanser savunmamıza, kilo dengemizden kas/kemik bütünlüğümüze kadar pek çok alanda sistemlerimiz çökme tehdidiyle karşı karşıya kalabiliyor. İşte bu nedenle “D VİTAMİNİ GÜCÜ” hepimizin dikkatle izlemesi gereken çok ama çok önemli bir sağlık ayrıntısıdır. 2 gün önce çıktığım kısa yaz sonu tatili nedeniyle o ayrıntıları daha önceki yazılarımdan da faydalanarak bugün sizlerle bir kez daha paylaşıyorum.
VARAN 1
BEDENİNİZİ GÜNEŞTEN MAHRUM ETMEYİN
Sahip olduğumuz D vitamini rezervinin yüzde 90’ından fazlası güneşteki ultraviyole ışınlarının (290-320 nanometre aralığı) derimizle temasından sonra üretiliyor. Güneş ışınları aracılığıyla deride üretilen bu öncül -ve etkisi sınırlı- D vitamininin önce karaciğerde sonra böbrekte ardı ardına 2 ayrı işlemden geçmesi gerekiyor. Bu iki işlemden sonra D vitamini ancak gerçek ve güçlü D vitamini olabiliyor(!).
VARAN 2
SADECE BESİNLERE GÜVENMEYİN
D vitamini yağda eriyen bir vitamin. Ama ne yazık ki zannedildiğinin aksine yağlar dahil besinlerin tamamında çok az -mini minnacık miktarda- D vitamini var. Balık yağı, yağlı balıklar, karaciğer, süt ürünleri ve yumurtada bir miktar D vitamini bulunsa da bu besinlerin hiçbiri bize bedenimizin ihtiyaç duyduğu miktarda D vitaminini kazandıramaz. Bedenlerimizi D vitamini zengini yapmanın tek yolu var: Akıllıca, sık sık, yıl boyu güneşlenmek.
VARAN 3
D3 DEPOLAMAYA GAYRET EDİN
Aktif yani etkili D vitamini, tıp terminolojisinde “1.25 Dihidroksi Vitamin D3” olarak biliniyor. Bu aktif vitamin, serumda özel bir proteine bağlanarak organ, doku ve hücrelerimize taşınıyor. Hücrelere ulaşan D vitamini ise süratle “kendine özel reseptörlere/almaçlara” bağlanıyor. Bu reseptörlere “D vitamini reseptörleri” adı veriliyor. Tekrarlayalım: D vitamini hücrelere ulaştığında ancak bu reseptörlerle temasa geçtiği takdirde etkisini gösterme imkânı bulabiliyor. Bir hatırlatma daha: D vitamini ile ilişkiye giren bu çok özel reseptörler hücrelerimizin duvarında, içinde, çekirdeğinde yani her yerinde mevcut. Kısacası D vitamininin kendisi kadar “reseptörlerin gücü” de önemli bir ayrıntı.
VARAN 4
50-100 ARALIĞINI HEDEFLEYİN
Optimal bir sağlık için optimal D vitamini düzeyinin ne olması gerektiği konusunda hâlâ ortak bir fikir birliği olmasa da son zamanlarda tamamlanan pek çok bilimsel araştırma İDEAL SEVİYENİN 50-100 NG/ML ARALIĞI OLDUĞUNU gösteriyor. Prensip olarak 50’nin altına düşmemek, 100’ün üzerine çıkmamak en doğru yaklaşım gibi görünüyor. Bana göre, 60-80 aralığı idealdir. Rakamın 40’ın altına düşmesi uyarıcı olmalı, 30’un altına düşmesine asla müsaade edilmemelidir. 20 ve altındaki değerlerde ise “acil durum” ilan edilmeli, eksiklik süratle yerine konulmalıdır. Önemli bir hatırlatma da şudur: D vitamini seviyelerinin belirlenmesinde yarılanma süresi 2 hafta olan 1.25(OH)2D3 düzeyi ölçümlerinden faydalanılmaktadır.
Paylaş