Paylaş
Bence haklılar! Çünkü 8-9 yaşındaki kız çocukları bile ciddi bir östrojen yükü altında. Hatta bu aşırı yapay hormonal yük nedeniyle boğulmak üzereler.
Bunun temel sorumlusu da “xenoestrojenler” olarak bilinen ve biyolojik yapıyı alt üst eden hormon benzeri bazı kimyasal toksinler.
Bunlar daha ziyade gıdalar ve beden bakım ürünleriyle vücuda giriyor. Girdikleri her bedende de güçlü östrojen reseptör uyarıcısı etkileri nedeniyle hormonal sistemi alt üst ediyorlar.
Kız çocuklarda östrojen baskınlığının yarattığı sorunlar yalnızca “göğüslerde büyüme, erken adet görme” gibi şaşırtıcı gelişmelerle sınırlı kalsa neyse.
Artan östrojen yükü o çocuklarda bir süre sonra tatlı krizlerine, karbonhidrat tüketimi eğilimine, kilo almaya, sinirliliğe, gerginliğe, atipik tüylenmeye ve daha pek çok soruna da yol açıyor.
Kısacası problemi sadece “Küçücük kızlar neden bu kadar erken olgunlaşıyor?” gibi basit bir kaygının ötesine taşımak, çözümü hormon etkili toksinlerden kurtulmakta aramak gerekiyor.
Peki nelerdir bu toksinler, nelerle giriyor bedenimize diyorsanız o liste zannettiğinizden çoook daha uzun. İçinde pet şişelerdeki fitalatlar var. Paraben yüklü kozmetik ürünler var. Şampuanlar, allıklar, rujlar da var, bronzlaşmak için kullandığınız kremler var.
Özeti şudur: Anneler, kız çocuk büyütüyorsanız dikkatli olun. Sadece siz değil, onların da ciddi bir yapay östrojen saldırısı altında olduklarını aklınızdan hiç çıkarmayın.
UNUTMAYIN
Organize bir örgütle karşı karşıyayız
Sağlığımızı tehdit eden şeyler değişti. Bu kesin! Şimdilerde ön planda “akut” değil, “kronik” tehditler var. Bu kronik tehditler de bir organize suç örgütü dikkati, uyanıklığı ve organizasyonu içinde çalışıyorlar.
Bu örgütün faaliyetleri nedeniyle şeker hastalığına, hipertansiyona, obeziteye, kansere, romatizmaya, Alzheimer’a, uyku problemlerine, reflüye, kolite, fibromiyaljiye, depresyona, rahatsız ayak sendromuna ve daha pek çok hastalığa yakalananlarımızın sayısı süratle artıyor.
Peki bu örgüt kimlerden oluşuyor?
Kronik hastalıkları bedenimize sokan ve bizi yorgun, hasta, uykusuz, keyifsiz birileri haline getiren örgütün faaliyet alanlarının başında “beslenme” geliyor. O örgüt bu alandaki faaliyetlerini öncelikle şeker/yapay früktoz, un/nişasta, kötü yağlar, katkı maddeleri, renk vericiler, tatlandırıcılar vs. vasıtasıyla yürütüyor.
Ne yazık ki hepimize maddi ve manevi anlamda adeta diz çöktüren bu faillerin yani suçluların hepsi biliniyor ama buna rağmen haklarında bir türlü işlem yapılamıyor.
Bir taraftan tatlı zehir şeker/früktoz, diğer taraftan insülin direnci tetikleyicisi un/nişasta, diğer taraftan damar tıkayıcı, tıka basa trans yağ dolu kötü yağlar, özellikle kızartmalık yağlar ve daha pek çok katil gıdalarımızın içinde cirit atıyor. Üstelik bu katiller işini kolaylaştırsın diye onlara bir de renklendiriciler, tatlandırıcılar, koruyucular vs. ekleniyor.
Çetenin bir diğer üyesi de hareketsizlik. Hareket etmiyoruz. Dolayısıyla yediklerimizi yakamıyor, sistemlerimizin paslanmasına engel olamıyoruz. Dolaşım sistemimizi, kas, kemik ve eklemlerimizi antrenmansız bırakıyor, farkına varmadan adeta çürüyoruz.
Oysa bedenlerimiz hareket etmek üzere planlanmış birer makine. Her gün mutlaka ama mutlaka aktif olmak ve kalmak zorunda. Hareket etmediğimiz için sadece paslanıyor değiliz, hareketsizlik yorulmamızın dolayısıyla iyi bir uyku çekip dinlenmemizin de baş düşmanlarından biri.
KISA BİLGİ
Kişiye özel diyet ne demek
Diyelim ki 2-3 kilo fazlanız var. Bir beslenme uzmanına gittiğinizde hemen ve anında “kalori kısıtlaması” formülü devreye sokulur ve kilo vermek isteyen o kişinin yaşına, boyu, posuna, yağ-kas oranına vs. bakılarak günlük alması gereken kalori miktarı belirlenip bu rakamdan ortalama yüzde 30-40 civarında bir kısıtlamaya gidilir. Ne var ki bu masum plan bile her zaman tutmaz.
Tutmaz, zira her diyet herkese uymaz. Herkese uydurmaya çalıştığınızda da o diyet yapılmaz. Doğru olanı diyeti yani önerilen o yeni beslenme modelini kişiye özel planlamaktır.
Yeni bir beslenme düzeni hazırladığınız kişinin “ekonomik durumuna, iş yaşamına, sosyal ilişkilerine, ağız tadına, zaman planlamalarına, seyahat ve aktivite zamanlamalarına” uyacak bir yeme içme planı şarttır.
Eğer böyle yaparsanız işte o zaman o diyet kişiye özel olur, kabul görür, uygulanır ve netice alınır. Kişiye özel diyetten anlaşılan da budur zaten.
OKUR SORUSU
Pankreas neden yağlanır?
İç organ yağlanmalarının her türlüsü tehlikelidir. Her türlüsü az çok, er geç ama mutlaka bir sorun yaratır. Pankreas yağlanması da sorun yaratan iç organ yağlanmalarındandır.
“Göbek=karaciğer yağlanması” formülü burada da geçerlidir, “göbek=pankreas yağlanması” da denilebilir. “Bel çevresi genişleyen, göbeği büyüyen birinin pankreası da az çok yağlıdır” denilebilir.
Pankreas yağlanmasının en sık görüldüğü durum da yine insülin direncidir. Yönetilemeyen insülin direnci sorununda pankreas yağlanması adeta bir kader gibidir.
OKUR SORUSU
Karaciğere dost besinler!
Her organın dost ve düşman bazı besinleri oluyor. Dostluk-düşmanlık ilişkilerinden en çok etkilenen organların başında da karaciğer geliyor. Karaciğere dost besinler denince de ilk sıraya hemen ve anında enginarı yazmak gerekiyor.
Enginar pek çok nedenle özellikle de içindeki sinarin yükü sayesinde mükemmel bir karaciğer detoksçusu gibi işlev görüyor. İster salatasını yiyin, ister zeytinyağlısını tercih edin, isterseniz de haşlayıp suyunu için. Hiç fark etmiyor, enginarın her türlüsü karaciğere iyi geliyor.
Bu listeye mutlaka pancar, turp, karnabahar ve lahana grubu diğer yiyecekleri de eklemeniz şart. Bunların hemen tamamı detoks yapıcı besinler. Ayrıca çoğu kolin açısından oldukça zengin yiyecekler. Özellikle karnabahar tam bir kolin deposu.
Bu grup besinlerdeki sulforafan da mühim bir madde. Karaciğere dost besinler listesine bence kuşkonmazı da eklemeniz lazım. Aynı listeye yumurtayı, yağlı tohumları eklememek de büyük bir eksiklik olur.
Unutmayın, karaciğere iyi bakmak öncelikle ona zarar veren yanlışlardan uzak durmaktan geçiyor. Karaciğer zararlılarının en başında ise alkol geliyor. Onu hemen arkasından ilaçlar izliyor.
BİR SORU
Nereye gitti o altın çilek?
Besin üreticileri neredeyse her yıl önümüze yeni bir sağlık mucizesi koyarlar. O mucize besin bazen altın çilektir, bazen de gojiberry. Ne var ki bir iki yıl geçmez, o besinden “tıs” çıkmaz. Nedense unutulur gider birden bire.
Konuyu biraz daha açalım: Eğer yetenekli bir tanıtım çalışması imkânınız varsa siz de istediğiniz her besini, istediğiniz zaman gündeme getirebilirsiniz. Altın çilek de aslında bunlardan biriydi. O da pek çok besin gibi önce “zayıflatıyormuş!” palavrasıyla piyasaya verildi. Tabii ki arkasında hiçbir bilimsel kanıt filan yok. Bırakın bilimsel kanıtı, doğru dürüst bir doktor tavsiyesi bile olmadı.
İsterseniz gojiberry’yi de bir hatırlayalım. O da bir Uzak Doğu meyvesi. Nepal civarında yetiştiriliyor. Bizim mürdüm eriğinin cücesi. Peki, içinde özel bir mucize bileşen filan var mı? Yok. Peki, neden önerildi? Aynı sebeple: Kilo verdiriyormuş!
Tabii ki o da yol arkadaşı altın çileğin kaderini yaşadı, unutuldu, gitti.
Özeti şu: Ülkemiz bir meyve cenneti. Dünyanın “sağlıklı ilk 10 meyve” listesindeki ürünlerin en az 7-8’i bizde de yetişiyor. Ayrıca şunu da unutmayın: Besinlerle genler konuşuyor! Anlaşamadıkları zaman da problem çıkıyor.
Paylaş