Paylaş
Paslanma meselesini bu köşenin okurlarının yeterince bildiğini düşünerek kısaltılmış hatırlatma notlarıyla özetlemek istiyorum. Zira konu adeta dipsiz bir kuyu gibi. Ayrıca şu bilgiyi de hiçbir zaman unutmayalım: Oksidasyon/paslanma en az inflamasyon/iltihaplanma ve glikasyon/şekerlenme kadar önemli bir yaşlılık tetikleyicisidir. “Niçin paslanırız?” sorusunun yanıtına gelince...
İYİ BİLGİ 1
NİÇİN PASLANIRIZ
GÜNLÜK metabolik faaliyetlerimiz sırasında “atık madde” olarak sayılamayacak kadar çok sayıda “kararsız ve saldırgan SERBEST OKSİJEN RADİKALİ” üretiyoruz. Elektron eksikliği içinde kıvranan ve bu eksikliklerini tamamlamak zorunda olan bu metabolik ve kararsız yapılar hücrelerimizin hemen her yerine elektron çalmak için saldırabiliyorlar. Bu saldırılardaki amaçları ise aslında oldukça masum: Eksik elektronlarını tamamlayıp kararsız durumdan kararlı duruma geçmek istiyorlar. Ne var ki bu eksik elektronları tamamlama sürecinde neredeyse birer “elektron hırsızı” gibi davranarak bize zarar veriyorlar. Eksik elektronlarını hücrelerimizin duvarından, hücre içi organellerimizden, hücre çekirdeğinden hatta genetik materyalden çalma yoluna gidebiliyorlar. Serbest radikallerin bu amansız saldırıları ve bitip tükenmeyen hırsızlıkları, eğer zamanında ve yeterince önlenemezse hücresel yapılarımızın bütünlüğü bozuluyor. Bu yapısal bozuşma da onların hastalanmalarına -kronik hastalıkların çoğu bu şekilde meydana geliyor-, yıpranmalarına ve neticede de daha kısa ömürlü olmalarına yol açıyor. Kısacası “paslanma/oksidasyon” bizi kötü ve erken yaşlandırıyor, kronik hastalıklara zemin hazırlayabiliyor, neticede de hak ettiğimiz ömür süresini ciddi ölçüde kısaltabiliyor. İşin kötüsü bu canavarları sadece bedenimizde biz üretmiyoruz. Onlar bazen soluduğumuz havayla (egzoz dumanları!), bazen cildimiz yoluyla (kozmetikler!), bazen ilaçlarla, bazen de yiyeceklerle bedenimize girebiliyor. Peki, ne yapacağız? Onlara teslim mi olacağız? Tabii ki hayır! Paslandırıcı saldırılardan da bedenlerimizi bir ölçüde korumamız mümkün. Bunun yolu da öncelikle sıkı bir “ANTİOKSİDAN DAYANIŞMA BARAJI” oluşturmaktan geçiyor.
İYİ BİLGİ 2
ANTİOKSİDAN DAYANIŞMA NEDİR
ANTİOKSİDAN olarak bilinen pek çok can kurtaranımız var. Bunlar serbest radikallerin ihtiyaç duydukları elektronları onlara “gönüllü” olarak veren ve çoğu bedenimizde de üretilen doğal, savunma araçlarıdır. “ANTİOKSİDAN DAYANIŞMA SİSTEMİ”nin bir tür “SENFONİ ORKESTRASI” gibi iş gördüğünü de bilmeliyiz. Zira yandaki kutucukta başlıcalarını özetlemeye çalıştığım antioksidanlar hiçbir zaman tek başına/solo çalışmazlar. Kıymetli meslektaşım Dr. Mustafa Atasoy bu süreçleri şöyle açıklıyor: E vitamini, kararsız ve saldırgan serbest oksijen radikallerine yapısındaki elektronları vererek onları zararsız hale getiren önemli bir antioksidan. Ama bu görevi yerine getirdiği anda da E vitamininin kendisi bir anda bir çeşit öncü bir oksitleyici/paslandırıcı serbest radikal adayı haline geliyor. Aynı süreçleri antioksidan orkestrasının diğer üyeleri mesela beta karoten, mesela C vitamini de yaşıyor. Sistemin problemsiz işleyebilmesi için de bunların yeniden ve anında tekrar başlangıçtaki indirgenmiş şekillerine dönüştürülmeleri gerekiyor.
İYİ BİLGİ 3
GLUTATYONA GELİNCE...
ANTİOKSİDAN orkestrasının patronu sayılan glutatyon ise bu süreçlere destek vermenin yanında hücre zarlarından elektron çalan serbest radikalleri direkt olarak da zararsız hale getirebiliyor. Ama onun da yine anında ve süratle bir başka antioksidan olan alfa lipoik asit tarafından yeniden indirgenerek “şarj” edilmesi lazım. Bu şarj sürecinde yol alan enzimin adı ise “glutatyon redüktaz”! O enzimin fonksiyon görebilmesi için de B3 vitamini kofaktörü (yani NAD) gerekiyor. NAD takviyelerinin son yıllarda daha yaygın kullanıma girmesinin muhtemel nedenlerinden biri de bu zaruret olabilir. Kısacası Dr. Atasoy’un da altını çizdiği gibi “ANTİOKSİDAN DAYANIŞMA SİSTEMİNİN ÇALIŞMA SÜREÇLERİ TAM BİR ‘TAKIM İŞİ’DİR. BİR SENFONİ ORKESTRASINI SADECE TROMBON VE VİYOLONSELİ DİNLEYEREK DEĞERLENDİRMEK KOLAY OLMADIĞI GİBİ ANTİOKSİDAN ORKESTRASINI DA O ORKESTRANIN BİR İKİ ÜYESİNİ İZOLE ŞEKİLDE KULLANARAK DEĞERLENDİRMEK BEKLENEN FAYDAYI SAĞLAMAYABİLİR.”
İYİ BİLGİ 4
PASLANMAMAK İÇİN NE YAPMALIYIZ
PASLANMADAN kaçınmanın en etkili ve öncelikli yolu paslanma süreçlerine yol açan dış etkilerden korunmaktır. Sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamak, sağlıklı gıdalar yiyip içmek, sağlıklı bir hava solumak, toksik/paslandırıcı moleküllerin bedenlerimize şu veya bu şekilde (alkol, ilaç, kimyasal atıklar, katkı maddeleri, tarımsal kimyasallar...) girmesine engel olmak ilk hedefler olarak seçilmelidir. Ayrıca doğal antioksidanlardan zengin besinlerden faydalanmayı da unutmamak şarttır.
KESİP SAKLAYIN 1
TEMEL ANTİOKSİDANLAR
BİR: Glutatyon
İKİ: C vitamini
ÜÇ: E vitamini
DÖRT: Alfa lipoik asit
BEŞ: Beta karoten
ALTI: Çinko
YEDİ: Magnezyum
SEKİZ: Koenzim Q10
DOKUZ: B3 vitamini/NAD
ON: Selenyum
KESİP SAKLAYIN 2
BESİNLERDEKİ BAZI ANTİOKSİDANLAR
BİR: Likopen (domates)
İKİ: Beta karoten (havuç)
ÜÇ: Antosiyaninler (böğürtlen)
DÖRT: Sülforafan (karnabahar)
BEŞ: Kuversetin (soğan)
OKUR SORUSU
ANTİOKSİDAN TAKVİYELER İŞE YARIYOR MU
SIK sık karşılaştığım sorulardan biri de “Peki, antioksidan takviyelerden faydalanalım mı, C vitamini, koenzim Q10, alfa li-
poik asit, selenyum ve benzerlerini yutmak da işe yarar mı?” cümlesidir. Bu ve benzeri sorulara yanıtım ise son derece açık, kısa ve nettir: Doğru zamanda, doğru ürünlerde, doğru dozlarda, doğru süreyle, doğru kombinasyonlar yapmak koşuluyla kaliteli antioksidan desteklerden de faydalanmak işe yarayabilir.
Paylaş