Paylaş
Çünkü adına “modern beslenme tarzı” dediğimiz yeni yüzyılın beslenme modeli bizi zaten daha çok rafine karbonhidrat tüketmeye zorluyor.
Beslenme, özellikle de diyet alanındaki en tartışmalı konulardan biri de aşırı karbonhidrat kısıtlamasının doğru olup olmadığıdır.
Doktorlar ve beslenme uzmanlarının çoğu, bu sorunun üzerinde dikkatle durup en doğru yanıtı arıyor. Kanaatleri, karbonhidratların birazcık sınırlanması yönünde.
Çünkü adına “modern beslenme tarzı” dediğimiz yeni yüzyılın beslenme modeli bizi zaten daha çok rafine karbonhidrat tüketmeye zorluyor.
LEZZETSİZ OLMAZ AMA...
Karbonhidratlar (özellikle rafine karbonhidratlar ve bu tür karbonhidratların yoğunlaştığı paketlenmiş yiyecekler, fast food besinler), ucuz ve lezzetli olmaları nedeniyle her yaş ve gelir grubunda rağbet görüyor. Ama “lezzet” sözcüğü burada da bir tuzak!
Tuzak, çünkü herhangi bir karbonhidratı karamelize ettiğiniz -yaktığınızda, ateşte kavurduğunuzda-, yağda kızarttığınız ya da kavurduğunuzda, şeker veya tuzla harmanladığınız zaman lezzet kendiliğinden geliyor.
Tabirimi hoşgörün ama bu aslında zehirli bir lezzet! Çünkü içinde ya aşırı trans yağ ya da bol bol kanserojen barındırıyor. Ayrıca bu gıdaların insülininizi patlatma, şekerinizi fırlatma ihtimali de yüksek.
Bu gıdalar kan şekerine ani zıplamalar yaptırıp insülin gelgitleri oluşturduklarından pankreasınızı adeta sopa ile dövmeye başlıyor, yağlandırıyor ve yoruyorlar.
Damarlarınızı doymuş ve trans yağlarla ıslatıp nitrik oksit gibi faydalı bir maddenin üretimini bloke ettikleri için de sağlık bakımından riski yüksek besinler. Neticede kilo aldırıyor, yaşlandırıyor, hastalandırıyorlar.
HANGİ KARBONHİDRAT?
Bence özellikle “sorunlu karbonhidratlardan prensip olarak kaçınmak, daha az ve daha kaliteli karbonhidratlar -sebze- tüketmek” üzerinde ısrarla durmamızda fayda var. Meyveleri, tam tahıl ve bakliyatı bile abartmamak gerekiyor.
Sağlığımız adına buna mecburuz. Hem kendimiz hem de çocuklarımız için bunu başarmalıyız.
Ekmeği azaltmalı, pirinçten uzak durmalı, pastane-fırın işlerini maksimum düzeyde sınırlamalı, cips, kraker, bisküvi, gofret ve benzeri atıştırmalıkları kapımızdan içeri bile sokmamalıyız.
Karbonhidratların yakıt kaynağı olarak en kolay yakılan yiyecekler olduklarını unutmayın. Özellikle rafine karbonhidratların neredeyse jet yakıtı muamelesi gördüğünü daima hatırlayın. Karbonhidrat seçimlerinizde akılcı davranın.
Sebze ağırlıklı bir karbonhidrat planlaması yapın. Tatlı meyvelerin ve meyve sularının, hele hele meyve suyu konsantreleri, gazoz, kolalı içecekler gibi sağlığa zararlı olabilecek yapıda olanlarının uzağında kalın...
BİR BİLGİ
Balık depresyonu engeller mi?
Özellikle soğuk sularda yaşayan balıklar, omega-3 bakımından hayli zenginler. Bizde de istavrit, sarı kanat, lüfer, hamsi, uskumru, sardalya gibi balıklarda bol miktarda omega-3 yağları var.
Omega-3 yağlarından birinin; DHA’nın beyin için önemli bir yapıtaşı olduğu da biliniyor. Beynin işlevlerini doğru yapabilmesi için DHA’ya ihtiyacı var. Eksikliği sinir sistemi fonksiyonlarında bozulmaya sebep oluyor. DHA’nın azalması ileri yaşlarda depresyona, hafıza zayıflamasına sebep oluyor.
Depresyonlu hastalarda balık tüketiminin belirtileri azalttığı aslında yeni bir bilgi değil. Yüksek oranda yağlı balıkların tüketildiği yerlerde depresyona daha az rastlanıyor. DHA eksikliğinin özel-
likle doğum sonrası depresyonlarının gelişiminde de etkili olduğu biliniyor. Çünkü gebelikte ve emzirme döneminde anneler kendi DHA’larını bebeklerine veriyor.
Bu nedenle anne adaylarına DHA’dan zengin beslenmeleri öneriliyor.
Bel genişledikçe beyin küçülüyor
Obezite sorunu ile beyin gücü arasında ters bir ilişki var. Obezite belirginleştikçe beyin güç kaybetmeye başlıyor. Bazı çalışmalarda beden kitle indeksi arttıkça beyin hacminin küçüldüğü bile gösterilmiş.
Diğer taraftan aç beynin kendi kendini yediğini gösteren bulgular da var ki, bu da son derece enteresan.
Kronik diyetçiler arasında şok diyetler olarak bilinen ve uygulanan uzun oruçlar bu nedenle sağlık için son derece riskli olabiliyor.
Paylaş