Paylaş
STRES reaksiyonları bedensel ve ruhsal tepkilerimizin doğal bir parçasıdır. Korkan, ürken, tehlikede olduğunu hisseden her canlı gibi biz insanlarda “kaçma” veya “yeni duruma uyum sağlama” sistemlerimizi hemen devreye sokarız. Stres reaksiyonları kararında olduklarında hayatta kalmamızı sağlayan faydalı tepkilerdir. Peki, o zaman stresten neden bu kadar çok korkuyoruz? Stresi neredeyse her gün neden gündeme getiriyor, onu neden pek sağlık sorunlarımızla ile ilişkilendiriyoruz? Nedeni şu...
Hasta eden stres değil
Stres reaksiyonlarının kısa süreli olanları iyidir, hoştur, lazımdır ama, şiddetli ve tekrarlayan streslere gösterdiğimiz tepkiler bir süre sonra bedenimizi baş edemeyeceği yoğunlukta bir “kimyasal banyo”yla, “kimyasal kirlenme”yle karşı karşıya bırakır. Çözümlenemeyen çatışma, korku ya da endişeler, başlangıçta faydalı olabilen stres tepkilerini, sağlığa zararlı hale getirir. Başka bir deyişle stres alarm düğmesinin kapalı kalması, çalışmaması ya da kilitlenmesi acil veya geçici durumlardan korunmamız, hatta canımızı kurtarmamız için tehlikeli ya da tehditkâr bir duruma yol açabilirken, düğmenin sürekli açık kalması da ciddi sorunlar yaratır. Stres düğmesinin uzun süre açık kaldığı durumlarda Haşimato hastalığından, Ülseroz Kolite, romatizmal bazı hastalıklardan kalp krizi hatta felçlere kadar uzanabilen sorunlar ortaya çıkabilir.
Kısacası her şey gibi, stres için de bir “ifrat-tefrit” durumu söz konusudur. Stresin de “azı -veya geçicisi- karar, çoğu –tekrarlayanı ve süreklisi, şiddetlisi- zarar”dır.
Modern tıp ihmal ediyor
Yoğunlaşan ve tekrarlayan şiddetli stres durumlarında ortaya çıkabilecek pek çok sağlık sorunları vardır. Bu sorunlardan kaçınmanın yollları ya stres kaynağını yok etmek, ondan uzak durmak veya stres yönetiminde uzmanlaşmaktır. Stres yönetimi uzmanlarına ben “TEFLONİSTLER” diyorum! Bunlara hiçbir stres kolay kolay yapışamaz.
Size farklı bir soru yöneltmek istiyorum. O soru şu: Stresin sağlığa zararlı olabileceği doğruysa, tersine, “inancın, duanın, manevi yaşamı güçlendirmenin” hastalıkları önleme ya da tedavi de faydaları olabilir mi? “Kendiliğinden iyileşme” kavramına yürekten inanmış biri olarak ben bu soruyu tereddütsüz “evet!” diye yanıtlarım. “Kendiliğinden iyileşme”, geleneksel doğu tıbbının çok önem verdiği ama modern tıbbın (kanıta dayalı) geçtiğimiz yüzyıldaki başarılarla dolu gelişim sürecinde her nedense ihmal ettiği bir alandır. Oysa, pek çok sağlıksızlık durumunun kendiliğinden iyileşmesi, bu kavramın da zaman zaman modern tıbbın ilaçları, alet edevatları kadar işe yarayabileceğini göstermektedir.
Kendiliğinden iyileşmenin basit örneklerinden biri, ciltteki siğillerin tedavisidir. Halkımız ve doktorlarımız çok iyi bilirler ki, “telkin”, siğillerin tedavisinde en az koterizasyon (yakma tedavisi), kriyoterapi (sıvı azot tedavisi) ya da bazı kimyasal kremler (florourasil) kadar etkilidir. Bu etkin tedaviyi halkımız evlerinde, modern tıp ise cildiye kliniklerinde zaten uygulanmaktadır.
Şaklabanlıkla karışmasın
Sakın bu anlattıklarımı, “okuyup-üfleyerek” ya da “nane ruhu- davul tozu” uydurma doğal ilaçlar, veya teknikler gibi şaklabanlıklardan (!) istifade ederek iyileşebileceğiniz şeklinde yorumlamayın. Anlatmak istediğimiz şey, herhangi bir sağlık sorunuyla karşılaştığınızda sorun ne kadar tehlikeli ve ağır olursa olsun iyileşeceğinize inancınızı kaybetmemeniz, kendiliğinden iyileşme gücünüzü de harekete geçirmenizdir.
Duygusal dünyamızın, ruhsal reaksiyonlar ya da baskılanmalarımızın bağışıklık sistemimizi derinden etkilediğini biliyoruz. Eğer “inanmış bir yürekle” ve “güçlü bir duygusal bağlılıkla” hastalık süreçlerini “ben iyileşeceğim” inancıyla, direnerek geçirebilirseniz ve de “gerçekten ve yürekten inanan biriyseniz” iyileşmenizi hızlandırabilirsiniz.
Bunun adı KÜRESEL TIP!
MODERN tıbbın, geleneksel tıp ya da tamamlayıcı tıp ile bütünleşmesini işte bu nedenle doğru bulurum. Geleneksel tıbbın –buna doğu tıbbı veya doğal tıp da diyebiliriz” şarlatanlığa kaçmadığı ve kendini modern tıbba alternatif olarak görmediği sürece daha doğrusu –bu tabir için beni hoş görmenizi rica ediyorum- “haddini bildiği sürece”, işe yarayabileceğini ve modern tıp (batı tıbbı olarak da adlandırılıyor), ile iş birliği yapabileceğini düşünüyorum. Bu düşüncemi uzun süredir pek çok platformda açıkça ifade ettim.
Bir öncü:
Mehmet Öz
Bu yeni gelişmenin Amerika’daki öncülerinden biri (belki de en önemlisi) değerli dostum Dr. Mehmet Öz’dür. Sevgili Mehmet bu birleşime “bütünleyici tıp” kavramından daha büyük bir şemsiye açıyor. Dr. Mehmet Öz, kanıta dayalı modern batı tıbbı ile geleneksel doğu tıbbın birlikteliğini “doğu-batı birleşmesi” yani “tıbbın küreselleşmesi” olarak yorumluyor, “iletişim küreselleşti medya küreselleşti müzik küreselleşti tıbbın da küreselleşmesi mükemmel bir gelişim ve değişim olacaktır” diyor.
Dr. Öz’ün bu fikrine katılıyor, hatta biraz daha ileri gidiyorum: Doğu tıbbı veya geleneksel tıp olarak bildiğimiz çoğu şeyin arkasındaki gerçek güç, güçlü bir manevi olgunlaşma sağlam bir inanç bağlılığıdır.
DR. ÖZ NE DİYOR?
“NİHAYETINDE, iyileşme süreci organların değişimini aşıp daha uzman bir özelliğe sahip. En gelişmiş teknolojilere bile sahip olduğunuz, teknolojinin sınırlarını aştığınızda bile, hastanın hala kendini iyi hissetmediğini, artık çözümü başka yerlerde aramalısınız demektir. İşte böyle durumlarda, bu ülkenin sınırları aşan iyileştirme geleneklerinin arayışına giriyoruz.” (*)
(*) Krista Tippett/ Einstein’ın Tanrısı/ H2O kitap/İSTANBUL
Paylaş