Huzur sihirli bir kelimedir

Yeni binyılın moda hastalıklarının çoğu “huzur eksikliği” ile alakalıdır. “Huzur” her zaman önemlidir, herkese, her zaman lazımdır ama söz konusu sağlıksa eğer, sihirli bir kelime haline geliverir.

Haberin Devamı

Huzur, beden-ruh ve çevre ilişkisinden ortaya çıkan hamurdur, bizi şekillendiren şeydir. Belirleyicisi ise ilişkilerimizdir.

ADINA ister “modern” ister “yeni hayat” deyin, farklı bir yaşam ritmine girdiğimiz kesindir. “Hızlı” ve “savrula savrula giden” yeni bir yaşam biçimimiz var artık. Savrulmalarımız daha çok iyi yönde olsa da zaman zaman olumsuz savrulmalar da yaşıyoruz ve bunlar bazen sarsılmalara bile dönüşebiliyor. Kısacası, “yeni hayat” bizi ve ülkemizi “yeni ve farklı bir ülke”, “yeni ve farklı bir insan” haline getiriyor. Bu hızlı ve savrulgan hayatın en önemli sonucunun “huzursuzluk”  ya da “huzur noksanlığı” olduğunu düşünüyorum ben. İhtiyaç duyduğumuz şeylerin en başında huzur geliyor. Sorunlarımızın çözümünün temelinde “huzur ihtiyacı” yatıyor.

Haberin Devamı

HUZUR NOKSANLIĞI YAYGIN

“Huzur” her zaman önemlidir, herkese, her zaman lazımdır ama söz konusu sağlıksa eğer, sihirli bir kelime haline geliverir. Huzur, beden-ruh ve çevre ilişkisinden ortaya çıkan hamurdur, bizi şekillendiren şeydir. Belirleyicisi ise ilişkilerimizdir. Kendimizle,  diğerleriyle ve toplumla etkileşim tarzımızdır. Ve işte bu nedenle huzur insandadır, dostta, arkadaşta, komşudadır. Huzur ailededir; suda, toprakta, çiçekte, ağaçlarda, rüzgârlarda kuşlardadır. Huzur bedende, ruhta, benden-ruh bağlantısındadır.

Son zamanlarda en çok ihtiyaç duyduğumuz, eksikliğini en çok hissettiğimiz şeylerin başında “huzur noksanlığı” geçiyor. Yeni bin yılın moda hastalıklarının çoğu “huzur eksikliği” ile alakalıdır. (Örnekler saymakla bitmez. Reflüden uykusuzluğa, depresyondan rahatsız ayağa, yeme bozukluklarından alerjik sorunlara, çarpıntılardan vertigolara kadar pek çok problem huzursuzlukla doğrudan yâda dolaylı bağlantılıdır.)

Yaşadığımız toplumsal travmaların bir çoğu (aile kavgaları, kadınlara yönelik şiddet, boşanmaların artması, sokak kavgaları, doktor dövmeler, sokaklara terk edilen bebekler...) “huzur eksikliği” nedeniyledir.

Biz biz olmaktan çıktıkça, kendimizden ve birbirimizden koptukça, birbirimize başkalaştıkça, değerlerimize yabancılaştıkça “huzur noksanlığı”mız artacak, büyümeye devam edecektir. Peki ne yapacağız? Nasıl kurtulacağız bu “huzur yoksunluğu” durumundan?

Haberin Devamı

DR. KARASU NE DİYOR?

Benlik birlikte yaşamakta bulunur

“HUZURLU yaşama sanatı” kitabının yazarı, ünlü psikiyatri hocası Prof. Dr. Toksöz  B. Karasu, huzurlu bir hayata giden yolculuğun köşe taşlarından birinin “birliğe inanmak, sınırsız paylaşım ve hepimiz biriz” yaklaşımı olduğunun üzerinde ısrarla duruyor. Ve hemen arkasından da şu cümleleri ekliyor: “Benlik birlikte yaşamakta bulunur. Dünya ve içindeki her şey birbiriyle yakından ve uzaktan akrabadır. İnsan bedeni evrensel bir bedendir. Hücrelerimiz çevredeki partiküllere tekabül eder. Bir insan bedeni, bir ağacı ve bir nehri oluşturan moleküllerle son derece benzerdir. Bizler doğanın parçasıyız, doğanın parçası olarak bir kuştan farksızız... Bize bahşedilen iki hareketli hücreyle hayata başlar ve milyonca hareketsiz hücreyle hayatımızı noktalarız... Hastalıklar bile evrenin parçasıdır... Yaşlanma ve ölüm de gelişi güzel değildir... Onurlu bir hayat bu birliğin tanınmasından, takdir edilmesinden ve kutlanmasından doğar.”

‘Huzur noksanlığı’ sorununa çok ama çok dikkat edin! Geleceğimizi(sağlıkta da, sosyal yapılanma da da) en çok tehdit eden şey  o olacak gibi görünüyor...

Haberin Devamı

(*) Huzurlu Yaşama Sanatı/Toksöz B. Karasu/Boyner Yayınları ...

GÜNEŞİ GÖRÜN, GÜNEŞE GÖRÜNÜN!

ÖNEMLİ

D VİTAMİNİ noksanlığı özellikle şehirlerde yaşayanların en önemli sorunlarından biri. Çünkü topraktan ve güneşten kopmak sizi kapalı ortamlara daha çok mahkûm ettiğinden (yani bir çeşit güneş orucu yaptırdığından) bedenimizin D vitamini üretmesine engel oluyor. Bize de yaz güneşinde, fırsat buldukça güneşlenip, derimize bol bol D vitamini ürettirme fırsatını kullandırmak kalıyor. Eğer yeteri kadar güneşlenmez veya güneşleneceğim derken cildinizi güneş koruyucu kremlerle adeta bir zırh gibi örterseniz, D vitamini eksikliğinizin %90’lara varması mümkün! Çünkü D vitaminini besinlerle kazanmak ne yazık ki bir mucize. Çünkü D vitamininden çok sık yiyip içseniz bile ihtiyacınızın ancak %10’unu karşılayabiliyorsunuz. Balıkta, sütte, yoğurtta ya da yumurtanın sarısında maalesef çok düşük miktarda D vitamini var. Bitkisel besinlerin ise neredeyse tamamında işinizi görecek miktarda D vitamini yok!

Kısacası bedenimizin ihtiyaç duyduğu D vitamini bulmanın yolu, cildimiz ile güneşi akıllıca ve sık sık, bol bol buluşturmaktan geçiyor. Bunun için, aşağıda size kısa bir yol haritası vermek istiyorum:

Haberin Devamı

D ViTAMiNi ÜRETiMiNiN ABC’Si!

KESİP SAKLAYIN

- SIK sık ama kısa süreli -15–30 dakikalık- güneşlenmelerde derimiz daha fazla D vitamini üretiyor. Cilt uzun süre güneşte kalıp da karardığında, D vitamini üretimi düşüyor.

- Yazın 11.00-15.00 arasında güneşten uzak durmak, diğer saatlerde güneşlenmek daha uygun. Kış aylarında ise tersine bu saatler arası, etkisiz güneş ışınlarından daha çok faydalanmayı sağlıyor.

- Pencereden geçen güneş ışığının cildinizde D vitamini üretmesi pek mümkün değil. Güneş ışığı D vitamini üretimini sağlayan UVB ışınlarını geçirmiyor.

- Güneşlendikten sonra sadece bir duş alıp çıkmak daha doğru. Uzun uzun sabunlanmamak tavsiye ediliyor. Çünkü D vitamininin verimli emilmesi için cildimizin 12-24 saate ihtiyacı vardır.

- Güneş yağlarının UVB ışınlarını geçirmediği kesin. Cilt kanserine yol açan UVA ışınlarını ne kadarını engelledikleriyse oldukça tartışmalı! Yani bu yağlar cildimizin D vitamini üretmesini engelliyor, ama büyük olasılıkla bizi cilt kanserinden de koruyamıyor. Önerim yine de bu ürünleri kullanmanız, ama güvenli ve kaliteli olanlarını tercieh etmeniz.

- Önce 15 -20 dakika bedeninizi güneşle buluşturun, kremsiz güneşlenin, kremleri daha sonra tatbik edin. Yarı çıplak olarak 10-15 dakika güneşlenen bir kişi günlük D vitamini ihtiyacını karşılayabiliyor. Yaz aylarında günde en az 2 kez, 20-30 dakika güneşlenmek de fayda var. Ama yaz tatilinde depoladığınız D vitaminleri maalesef bütün yıl yetmiyor. Kışın da fırsat buldukça güneşle buluşun! İmkânınız varsa D vitamini seviyenizi ölçtürmeli (25 OH D), eğer 50’nin altındaysa D vitamini desteklerinden faydalanma konusunu doktorunuzla mutlaka görüşmelisiniz.

Haberin Devamı

D VİTAMİNİ NELERİ ÖNLÜYOR:

- D VİTAMİNİ eksikliği olanlarda hipertansiyon, kalp krizi, kalp yetmezliği, beyin felçleri daha sık görülüyor.

- D vitamini noksanlığı parkinson hastalığına, multiplesıkleroza, depresyona, yakalanma riskini arttırabiliyor.

- D vitaminin noksanlığı olanlarda astım ve benzeri alerji hastalıkları, otoimmün bağışıklık sorunları daha sık görülüyor.

- D vitamini eksikliğinde bağışıklık gücü azalır, özellikle üst solunum yolu enfeksiyonları gripler ve nezleler bazen akciğer enfeksiyonu(zatürree, tüberküloz) ve genelde bütün enfeksiyon hastalıkları çoğalır.

- D vitamini azalan çocuklarda diyabet riski yükseliyor

- D vitamini azlığı kalınbağırsak, meme, prostat kanserine yakalanma ihtimalini arttırıyor.

- D vitamini noksanlığını raşitizmden kemik erimesine, pek çok kemik hastalıklarına zemin hazırladığı biliniyor.

- D vitamini noksanlığı kilo almayı kolaylaştırıyor, kilo vermeyi güçleştiriyor.

- D vitamini bellek gücünü arttırıyor. Çocuklarda öğrenmeyi destekliyor.

MEVLANA’YA KULAK VERiN

MEVLANA Celaleddin Rumi, yüzlerce yıl önce, “Gün ışığında ki toz zerreleri benim / toparlak güneş benim / sabah sisi ve akşam yeli benim / korunun tepesinde esen rüzgâr benim / kıyıya çarpan dalga benim / bayrak direğiyim, dümenim, omurgayım, dümenciyim / geminin oturduğu mercan resifi de benim / dallarına eğitilmiş bir papağanın konduğu ağaç benim / sessizliğim, düşünceyim, sesim .../ varın siz söyleyin kim olduğumu / benim siz olduğumu” derken, “birliğe, bir olmaya, huzura” giden yolu tanımlamış, kendi huzurunu bu anlayışla beslemiştir. Yazımın başından bu yana, becerip de bir türlü anlatamadığım şeyi ben yine Mevlana’nın bir cümlesine emanet ediyorum: “İçindeki kapıyı çal, başka kapıyı değil!”

Yazarın Tüm Yazıları