Paylaş
O hata şu: Hastalıkların sebepleriyle değil sonuçlarıyla savaştık! Hastalıklara yol veren ve bizi hasta eden “SEBEPLERİ” bir yana bırakıp o hastalıkların oluşturduğu “SONUÇLAR” ile uğraştık, onları ortadan kaldırmaya çalıştık. Tabirim hoş görülsün, adeta “rüzgârı bir kenara bırakıp yel değirmenleriyle kavga ettik”. Biraz daha açalım: Sebepler yerine sonuçlara odaklandık. Neticede de şimdilerde çok daha net ve açık olarak görüyoruz ki HATA YAPTIK! Peki neydi o hata, daha doğrusu hatalar zinciri?
KISA BİLGİ
HATA NEREDE
İsterseniz gelin doğrudan ve sözü fazla uzatmadan o hatalardan bazılarına örnekler vererek yola çıkalım: Tansiyonunun yüksek olduğunu belirlediğimiz bir kişide o kişinin “kilo fazlalığı var mı, tuz tüketimi fazla mı, uyku kalitesi yeterli mi, stres patlamaları söz konusu mu, ne yiyip ne içiyor, sigara ve alkol bağımlılığı ne durumda...?” gibi soruların yanıtını aramak, yani “sebeplere” odaklanmak yerine; anında ve süratle “bir tansiyon ilacı yazıp” meseleyi ilaçla çözmeye çalıştık. Yani sebeple değil “sonuçla” uğraştık. Aynı hatayı şeker hastalığı, kalp damar hastalığı, romatizmal hastalıklar hatta karaciğer yağlanması, safra kesesi taşı ile karşılaştığımızda da sık sık tekrarladık.
İYİ BİLGİ
PEKİ NE YAPMALIYIZ
40 yılı aşan meslek hayatımın bana öğrettiği şeylerden, kazandırdığı tecrübelerden biri de net ve açık olarak şudur: Hastalıkların sebepleriyle uğraşmak yerine sonuçlarını ortadan kaldırmaya, onları halının altına süpürmeye, örtmeye, perdelemeye, neticede de “görmezden gelmeye” çalışarak hiçbir yere varamayız, varamıyoruz, varamayacağız.
Amerikalı bir meslektaşımın (Dr. Michael Greger) tanımıyla “bu yaklaşım taşan bir lavabonun musluğunu kapatmak yerine altındaki zemini paspaslamaya benziyor”.
Dr. Michael Greger
NETİCE ŞUDUR
‘MUHTEŞEM DÖRTLÜ’YE DİKKAT
Biz kronik hastalıkların tedavisi söz konusu olduğunda sebebi/nedeni tedavi etmek yerine sonuçları tedavi etmeye çalışıyoruz ve yanlış yapıyoruz. Neticede de -maalesef- çoğu zaman istediğimiz sonucu alamıyor, hatta bazen sınıfta kalıyoruz. Ama şimdi öğrendik ki özellikle KRONİK HASTALIKLAR söz konusu olduğunda benim “MUHTEŞEM DÖRTLÜ” olarak tanımladığım “BESLENME, AKTİVİTE, HUZUR/STRES, UYKU”da mevcut bazı problemleri çözmeden ve bunlara eşlik eden “YAŞAM TARZI SORUNLARI/HATALARI”nı iyileştirmeden ya da yok etmeden -sigara/alkol alışkanlığı, fast food beslenme, şeker bağımlılığı...- tedavide sağlıklı ve kalıcı bir sonuç almamız mümkün değildir. Ama size iyi bir haberim var: Sonuçları bir yana bırakıp sebeplere odaklanan yeni ve muazzam bir tıp yaklaşımı çoktan yola çıkmış durumda! Ve bu bu yaklaşımın önümüzdeki yıllarda fırtına gibi eseceğinden hiç kuşkunuz olmasın.
BANA GÖRE
BİR HATAMIZ DAHA VAR
Modern tıbbın kronik hastalıklardaki “YAKLAŞIM HATASI” yalnızca “sebep sonuç meselesi”yle daha doğrusu “YAŞAM TARZININ ISKALANMASI” problemiyle sınırlı değil. Modern tıbbın başka hataları hatta günahları da var. Bunlardan biri de “GENETİK MİRAS KADERDİR!” gibi yanlış bir yaklaşıma daha doğrusu bir düşünce bataklığına uzunca bir süredir saplanıp kalmış olmasıdır. Altını kalınca çizerek tekraren hatırlayalım: Genetik miras -sınırlı sayıda bazı genetik hastalıklar dışında- zannedildiğinin aksine miras falan değildir. Kötü genlerle doğmuş olmamız, o genlerin esiri olacağımız, o genleri kalıcı ve etkili bir biçimde susturamayacağımız/durduramayacağımız anlamına gelmez, gelmiyor. Sadece yaşam tarzımızda yapacağımız basit değişimlerle bile “iyi genlerimizi coşturup kötü genlerimizi susturmak” ve genetik mirasın bizi sürükleyebileceği pek çok kronik hastalığa -şeker hastalığı, hipertansiyon, Alzheimer, karaciğer yağlanması, safra kesesi taşı, obezite, hatta bazı kanserler- yakalanıp yakalanmamak aslında biraz da bizim vereceğimiz bir karardır. O kararın arkasında da EPİGENETİK BİLİMİ vardır.
UNUTMAYIN
EPİGENETİK ÜST AKILDIR
Epigenetik bilimi bu açıdan bakıldığında “genetik akıl”ın üzerindeki “üst akıl”dır. Epigenetik, genlerin aktiviteleriyle ilgilenen muazzam ve yepyeni bir bilimsel alandır. Bize özetle “aynı DNA’dan farklı sonuçlar alınabileceğini” anlatmaya çalışmaktadır. Dr. Greger’in anlatımıyla “Deri hücreleri kemik hücrelerinden, beyin hücreleri ya da kalp hücrelerinden çok daha farklı görünüyor ve işliyor, ancak hücrelerimizin her birinde aynı DNA yapısı var. Onların birbirinden farklı işlemesini sağlayan şey her birinde farklı genlerin devrede olması ve devredışı kalmasıdır. Epigenetiğin gücü de budur.”
Diyorum ki: Genetiğinizden korkmayın epigenetiğe odaklanın.
NE YAPMALI
SONUCU BIRAKIP SEBEBE BAKALIM
Çağımızın vebaları haline gelen obezite, diyabet, hipertansiyon, otoimmün hastalıklar, Alzheimer, osteoporoz, sarkopeni, depresyon ve benzeri kronik hastalıklarla daha etkili bir mücadele planı için bu hastalıkların sonuçlarıyla uğraştığımız kadar onları ortaya çıkaran, tahrik eden, hızlandıran sebepleri de bulmaya ve ortadan kaldırmaya odaklanmak öncelikli hedefimiz olmalıdır. Çünkü günümüzde yaşamı sonuçlandıran hastalıkların ilk sıralarında kronik hastalıklar vardır. Bu sonuç odaklı değil, sebep odaklı yeni yaklaşım sadece daha etkili bir yol değil, aynı zamanda “daha güvenli, daha ucuz ve daha kolay bir tedavi yaklaşımı” da olacaktır.
Paylaş