Paylaş
Bu bilgi yalnızca D vitamininin yaşamsal olmasından, neredeyse bedenimizdeki her hücre ve fonksiyon için vazgeçilmezliğini ömür boyu korumasından yani “OLMAZSA OLMAZ BİR SAĞLIK MUCİZESİ” yeteneğini haklı olarak taşımasından kaynaklanmıyor. Başka ayrıntılar da var, nedenine gelince...
UNUTMAYIN
BESİNLERDEKİ D VİTAMİNİ BİZE YETMİYOR
Özellikle son yıllarda biraz da bize hayat şartlarının dayatması nedeniyle ciddi bir “D VİTAMİNİ AÇLIĞI” yaşadığımız kesindir. Nedeni ise ciddi boyutlara varan “güneşten mahrum olma” meselesidir. Hatırlayalım, D vitamini ihtiyacımızı sadece besinlerle karşılamamız, süt ürünü, yumurta, balık yiyerek D vitamini depolarımızı doldurmamız asla mümkün olamıyor. Besinler günlük D vitamini ihtiyacımızın en fazla yüzde 2-3’ünü karşılayabiliyor. Geri kalanını da cildimizi güneşle buluşturarak kendi bedenimizle üretmemiz -ki en doğrusu da budur- veya takviye olarak kazanmamız gerekiyor. Ne var ki yeni hayat bizi kapalı ortamlarda yaşamaya zorlayarak güneşten mahrum ediyor. Bu nedenle de yaş veya cinsiyet, ülke veya coğrafya fark etmiyor; insanlık alemi tüm dünyada muazzam bir “D VİTAMİNİ AÇLIĞI” içinde kıvranıp duruyor. İşte bu nedenle isterseniz gelin “D vitamini açlığı meselesi”ni bir kez daha masaya yatıralım, eski bilgilerimizi hatırlayıp biraz daha ayrıntılara girelim.
İYİ BİLGİ 1
O MUCİZE BİR MOLEKÜLDÜR
Unutmayın hem bedeni hem de ruhu derinden etkilediği, sağlığın hemen hemen her noktasını şu veya bu şekilde iyileştirdiği için D vitamini gerçekten bir mucize moleküldür. Neredeyse 3 bine yakın gen devreye girmek ya da susmak için onun işaretine muhtaçtır. Ayrıca yüzlerce kimyasal reaksiyon da sadece onun varlığında düzenli çalışabiliyor. Beyin sağlığından kalp sağlığına, bağışıklık gücünden kemik, diş, kas, eklem sağlamlığına, ruhsal bütünlükten duygusal ve bedensel enerjiye kadar pek çok iş onun sayesinde yürütülebiliyor. Kısacası o doğal molekül, “mucize vitamin” tanımını bence fazlasıyla hak ediyor.
İYİ BİLGİ 2
GÜNEŞLENMEDEN OLMAZ
Güneş ışınlarıyla cildimizde ürettiğimiz D vitamini ile anne sütü sayesinde bebekliğimizde kazandığımız D vitaminleri en güvenli ve en garantili D vitamini molekülleridir (Aslında inek sütündeki D vitamini de doğal ve mükemmeldir ama süt endüstriyel bazı işlemlerden geçirilirken önemli ölçüde tahrip oluyor). Bilelim ki bedenimizde güneşin yardımıyla ürettiğimiz doğal D vitamini için en önemli ayrıntı şudur: Doğal D vitamini “sülfatlı”dır. Bu nedenle hem suda hem de yağda erime özelliğine sahiptir. Neticede de vücudun her hücresinde, her doku ve organına rahatlıkla girebiliyor. Sentetik/yapay olan D vitaminleri ise maalesef “sülfatsız”dır. Bunlar sadece yağlı dokularda etkili olabiliyorlar. Bu nedenle mümkünse ilk tercih, güneşle kazanılan doğal D vitamini olmalıdır.
İYİ BİLGİ 3
NEDEN SÜLFATLI OLANI DAHA DEĞERLİ
Prensip olarak güneş ışınlarının etkisiyle cildimizde ürettiğimiz doğal, sülfatlı D3 vitamini ile yapay/sentetik D vitamini arasında etki bakımından da bazı farklar var. Sülfatlı D3 vitamini kalsiyum taşınmasında fazla bir görev istemez. Buna karşılık kanserden korunmada, bağışıklık sistemini güçlendirmede, depresyon ve kardiyovasküler hastalıklardan uzak kalmada esas rolü üstlenen de D vitamininin sülfatlı formudur. Kısacası güneşlenerek üretebileceğimiz her bir sülfatlı D vitamini molekülü, bedenlerimizde adeta bir güneş pili gibi çalışacak bize enerji ve güç kaynağı olacak, yorgunluktan, halsizlikten, bitkinlikten beden ve ruhlarımızı uzak tutacak, bize enerji ve güç katacaktır.
İYİ BİLGİ 4
STOKLARIMIZ NEDEN SÜREKLİ AZALIYOR
Konu D vitamini olunca aklımıza sık sık şu soru da gelebiliyor: “Daha 6 ay öncesine kadar D vitamini seviyem 50’nin üzerindeydi. Ne oldu da şimdi 15’e, 20’ye iniverdi?” Bu sorunun net ve açık yanıtı şudur: D vitamini de diğer vitaminler gibi sürekli olarak kullanılıp tüketilen bir bileşen. Hücrelerimiz görevlerini yaparken onu hammadde olarak kullanıyor. Eğer bu harcamalar zamanında yerine konmazsa stoklarımız eriyor, azalıyor. Yani burada da bir tür “havuz problemi” söz konusu. Eğer bedenlerimize giren D vitamini kullanılan miktarın altındaysa havuzdaki D vitaminimiz yavaş yavaş azalıyor, dibe vuruyor, 20’nin altına bile inebiliyor.
Özellikle kış aylarında güneşten uzak kaldığımız için üretim zaten ya duruyor ya minimuma iniyor. Buna bir de kapalı mekânlarda çalışma ve yaşama zarureti eklenince, “dibe vurma” kaçınılmaz hale geliyor.
İYİ BİLGİ 5
İDEAL D VİTAMİNİ RAKAMLARIMIZ NE OLMALI
Vücudumuzdaki D vitamini rezervini gösteren en önemli parametre karaciğerimizde son şeklini alıp depolanan “25 (OH) D” yani kalsidiol miktarıdır. En aktif D vitaminimiz “kalsitriol” ise D vitamini stokumuzu net ve açık olarak göstermez. Bu nedenle D vitamini stoklarını izlemede “25 (OH) D” seviyesini takip etmek daha doğru olur. Biz de öyle yapıyoruz, siz de öyle yapmalısınız. Son yıllarda kabul edilen normal rakamlara gelince... 50’nin altı düşük, 30’un altı riskli, 20’nin altı kritik rakamlardır. 70-80 aralığı en güvenli alandır. 100’ü geçmemekte de fayda vardır.
Günlük takviye ihtiyacına gelince... Eğer stoklarınızı korumak için D vitamini takviyesi almayı düşünüyorsanız, yetişkinler için makul rakamlar 1000-3000 ünite aralığıdır. Ama gerçek ihtiyacınızı ve kullanılacak dozu/süreyi sizi izleyen doktor, diğer sağlık risklerinizi de hesaplayarak değerlendirecektir. Mesela şişman kişilerin, koyu esmer olanların, kronik hastalığı bulunanların ve yaşlıların D vitaminine ihtiyaçları daha fazladır.
Paylaş