Paylaş
Düzenli fiziksel aktivite, dengeli beslenmenin iş ortağı ve bedenimizin de en yakın dostlarından biridir.
Bütün aktivite programları içinde yağların yakılabilmesi için aerobik egzersizler mutlaka yer almalıdır.
Aerobik egzersiz özelliği taşıyabilmesi için o fiziksel aktivitenin vücudumuzdaki büyük kas gruplarını çalıştırması, soluk soluğa kalmadan (ama şarkı söyleyecek kadar da yavaşlamadan) rahat bir solunum ritmiyle birlikte yapılabilmesi gerekir.
Yağların yakılması için oksijenin zorunlu olduğunu bilirseniz, sizi “alı al moru mor” nefes nefese bırakan, soluk alıp vermenizi güçleştiren egzersizlerin yağ yakmakta o kadar da verimli olmadığını kolayca kavrarsınız.
Aerobik egzersiz sırasında burnunuzdan rahat nefes alıp verebilmeli, yanınızdakilerle ya da telefondayken soluk soluğa kalmadan konuşabilmelisiniz.
Yürümek, en kolay ve en sık yapılan aerobik egzersizdir.
Bisiklete binmek, hafif tempoda koşmak, ip atlamak, tenis ya da golf oynamak ve yüzmek gibi sporlar da zumba, kick boks gibi aktiviteler de aerobik egzersizler grubuna dahildir.
Aerobik egzersizlerin kalp ve damar sisteminizin verimliliğini artırdığını, damar duvarı esnekliğini koruyup güçlendirdiğini ve verimli bir çalışma ortamı bulan vücudumuzun metabolik atıklarından kurtulmasını kolaylaştırdığını da anımsatalım.
Hareketsizliğin damar duvarlarında yağ birikimine yol açtığını, kalp-damar sisteminin sağlıklı çalışmasını önlediğini, kasların oksijeni ve besinleri kullanma yeteneğini azalttığını da ekleyelim.
Ispanakta hayat var
Ispanak çok güçlü bir antioksidan besin. Karetenoidlerden betakaroten, lütein ve zeaksantin en bol bulunduğu gıdalardan biri.
Bu üçlü ekip, özellikle gözlerimiz için çok ama çok önemli doğal bileşenler, yaşlılığa bağlı makula bozulmasından ve katarakttan korunmada işe yarayan değerli doğal maddeler.
Glutation ve alfa lipoik asit ile C ve E vitamini zenginliği ise ıspanağı bilinen en güçlü antioksidan besinlerden biri haline getiriyor. Bitmedi!
Ispanakta pek çok besinden daha fazla K vitamini var. Ispanağın bilinen en güçlü antioksidanlardan biri sayılan CoQ10’dan zengin olduğunu da hatırlatalım.
“Coenzym Q10” mitokondride enerji üretimi için kullanılan mühim bir aracı madde.
Mitokondriler hücrelerimizin enerji üretim merkezleri. Ispanağın düşük kalorili ve doyurucu bir besin olması onu kilo kontrolü bakımından da öne çıkarıyor.
Ayrıca güçlü bir folat kaynağı olması da ayrıcalıklı bir özellik. Bedenimize giren folat miktarı arttıkça kanda homosistein seviyesi düşüyor, kalp krizi, felç, bellek kaybı olasılığı azalıyor.
Bu nedenle ıspanaktan sadece sıcak yemeklerde değil, salata olarak da faydalanmanızı tavsiye ediyorum.
Su ödem yapar mı?
“Ne kadar su içmeli?” sorusunun yanıtı net değil. Genel kanaat yetişkinlerin günde 8-10 bardak suya ihtiyacı olduğu yönünde. Biz “Günde en az 2 litre su içilmeli” desek de uygun miktar kişiye göre ayarlanmalı. En kolay yol, idrar rengini takip etmek. Sabah yapılan ilk idrar haricinde eğer her seferinde çok açık sarı idrar yapabiliyorsanız yeterince su içtiğinizden emin olabilirsiniz.
Başlıktaki soruya gelince... Dokular arasında su birikmesine ödem (şişme) diyoruz. Birçok farklı nedenle ortaya çıkabilen bu sorunun en kolay fark edileni bacak ve ayak bileğinde görüleni.
Kalp, karaciğer, böbrek yetmezliği gibi sağlık sorunlarında da oluşur ama genelde hormonal döngü dönemleri, tuz kaçamakları ödeme yol açıyor. Ayrıca kilo yönetimi ve beslenme programlarına katılanların çoğu da ödemden şikâyetçidir. Kilo yönetimi programında izlediğimiz kişilerin sık sorduğu sorulardan biri de şu olur: “Çok su içiyorum, acaba vücudum o suyu biriktiriyor olabilir mi?”
Bu doğru bir düşünce değildir. Ne vücuda aşırı su almak, ne de bedeni susuz bırakmak vücudun su dengesini öyle kolay kolay değiştirebilir. Ayrıca diyet yaparken vücudu susuz bırakırsanız bedeninizin atık maddelerden kurtulmasını güçleştirmiş olur, yorgun ve halsiz düşersiniz.
İnsülin direnci nasıl hesaplanacak?
Cumartesi sayfamızda yayınlanan insülin direnci hesaplamasında bir yazım hatası yapılmıştır, doğrusu şudur: İnsülin direncinizi belirlemek için açlık kan şekerinizle açlık insülininizi çarpın. Çıkan rakamı 405’e bölün. Netice 2,5’tan yüksekse insülin direncinizin olduğunu düşünebilirsiniz.
Safra polibi kansere döner mi?
Safra kesesi polipleri, kesenin iç duvarından kese boşluğuna doğru büyüyen ufak, saplı kitlelerdir.
Genellikle belirti vermez, çoğunlukla genel sağlık taraması sırasında yapılan ultrasonografik inceleme sırasında fark edilir.
Safra kesesi poliplerinin çoğu kese içerisinde kolesterol birikmesi ya da kesenin iltihaplı hastalığı (kolesistit) sonucunda oluşur. Bir kısmı karnın sağ üst tarafında, sağ omuza doğru yayılabilen ağrıya sebep olur.
Özellikle kolesterol poliplerinde, bir parça kopup kese girişini veya safra kanalını tıkayabilir.
Buna bağlı olarak tıkayıcı tipte sarılık (mekanik ikter) veya pankreas iltihabı (akut pankreatit) gelişebilir.
Bazı tip safra kesesi polipleri kanserleşebilme özelliğine sahip olduğundan klinik açıdan önemlidir. Çapı 2 cm’den büyük olan polipler hemen her zaman kötü huyludur.
Bir çalışmada 1 cm’den büyük poliplerde kanser sıklığı yüzde 45-70 olarak bulunmuştur. Eğer tek bir polipse, kese iç duvarına yapışan yeri geniş tabanlıysa, tekrarlanan incelemelerde büyüme eğilimindeyse kanser olma olasılığı artar.
Ne iyi ki kolesterol poliplerinin yüzde 97’si 1 cm’nin altındadır. Safra kesesinde polip saptananlarda eğer yakınmalar da varsa ivedilikle ameliyat düşünülmelidir.
Herhangi bir belirti yoksa, bununla birlikte polip 1 cm’den büyükse yine ameliyat olunmalıdır.
Polipin çapı 1 cm’den küçük olmasına rağmen risk faktörleri varsa (50 yaşın üstünde olunması, kesede poliple birlikte taş da bulunması), yine ameliyat önerilir.
Risk faktörleri yoksa ve polip 1 cm’den küçükse 6 ayda bir ultrasonografi ile takip edilmesi ve çapta büyüme olursa ameliyat planlanması önerilir.
Glükozamin kıkırdağı korur mu?
Eklem ağrıları, orta yaşlardan itibaren hayatımızı etkilemeye başlıyor. Yalnızca yılların yol açtığı yıpranmalar değil, sık ve zorlayıcı antrenmanlar yapmak da taşıyıcı sistemi zorluyor. Ortaya çıkan ağrıları dindirmenin bir yolu ağrı kesici kullanmaksa diğeri de bazı destek ürünleri denemek oluyor.
Bunlar içerisinde en yaygın olarak tüketileni glükozamindir. Vücudumuzda doğal olarak da bulunan glükozamin, şeker ve glütaminden oluşmuş protein benzeri bir maddedir.
Görevi hücreler ve dokular arasında bağ kurmaya yarayan yeni moleküllerin üretimine katkıda bulunmak olan bu madde, sülfür ile birleşerek aktifleşir.
Yaşımız ilerledikçe vücudumuz yeterince glükozamin üretememeye başlar. Bu durum eklemlerimize yansır.
Eklem aralıkları daralmaya, eklem yüzeyini kaplayan kıkırdak doku jele benzeyen kaygan yapısını yitirmeye başlar.
Geçen ay tıp dergisi Lancet’te yayımlanan bir makalede yeni bir araştırmanın sonuçları yer aldı. Buna göre glükozamin yıpranan kıkırdak dokusunu onarıyor, kayganlığı koruyor ve ağrıyı azaltıyor.
Üç yıl süreyle, günde 1500 mg glükozamin verilen denek grubunun plasebo verilen diğer grupla karşılaştırıldığında dizlerindeki eklem aralığını koruması ise bu desteğin ne denli etkin olduğunun en büyük kanıtı.
Paylaş