Paylaş
Epigenetik değişikliklerin sadece hastalık süreçleri, daha da önemlisi yaşlanmanın getirdiği problemlerimiz üzerinde değil, kişilik ve karakterlerimizin şekillenmesi ve gelişmesi üzerinde de etkili olabileceği kanaatindeyim. Bu nedenle de “KARAKTER Mİ, KOŞULLAR MI?” sorusuna yanıt arıyorum.
Aradığım yanıtlardan birini uzun zamandır elimden düşmeyen ve içeriğini zaman zaman bu köşede sizlerle de paylaştığım DANİEL J. LEVİTİN’İN BAŞARILI YAŞLANMA kitabında buldum: Dr. Levitin de benimle aynı fikirde. O da gen tiyatrosunun önemli, çevre gen tangosunun mühim olduğunu düşünenlerden. O da benim gibi karakter çizgilerimizin oluşumunda genler kadar yaşadığımız çevrenin ve koşulların da etkili olduğunu söylüyor. Kısacası gen tiyatrosunun önemine işaret ediyor.
İYİ BİLGİ
HAYAT BİR TANGODUR
Dr. Levitin’e göre, “Karakter çizgilerimizin oluşumunda genlerimiz kadar çevre de çok önemlidir. Genlerimizin ‘saç rengi, ten rengi ve boy gibi fiziksel özelliklerimizi’ etkilediği kesindir. Ne var ki genler fiziksel özelliklerimizin yanı sıra ‘kendinden emin olma, şefkat eğilimi ve duygusal/zihinsel/kişilik özelliklerimizi de’ etkilemektedir. Bedenimizde uyku halinde mevcut olan genler yaşadığımız çevresel tetikleyicilerin etkisiyle -KOŞULLAR- karakterimizi bile değiştirebilir”.
Dr. Levitin’e göre, “Beynimizin -dolayısıyla davranışlarımız ve karakter çizgilerimizdeki değişimlerin- kendini yapılandırma biçimi ‘genetik olasılıklar ve çevresel etkenler arasında süregiden ve ritmi zaman zaman değişebilen muazzam bir tangodan ibarettir”.
UNUTMAYIN
GENETİK BUYRUK DEĞİLDİR
Daha önce sık sık kullandığım önemli ve özel bir cümlem var: GENETİK MİRAS/DNA’DA YAZILI OLAN BİLGİLER DEĞİŞTİRİLEMEZ BİR KADER DEĞİLDİR.
Şimdi o cümleye Dr. Levitin’in şu cümlesini de rahatlıkla ilave edebilirsiniz: GENETİK BİR BUYRUK DEĞİLDİR! Nedeni şu...
Genlerimiz net ve açık bir şekilde çevresel etkenlerle ilişki halindedir ve bu ilişki onların ifadelerini (buna ‘gen ekspresyonu’ yolu deniyor) değiştirebiliyor. Yaşadığımız çevredeki koşullar, yediğimiz, içtiğimiz gıdalar ve başımıza gelen olumlu ya da olumsuz travmatik ya da iyileştirici deneyimler, uyku kalitemiz, egzersiz süreçlerimiz ve daha pek çok şeyin genlerimizde kimyasal bazı değişimlere yol açarak hayat senaryomuzu ya da bestemizi değiştirebiliyor. Kısacası koşullar, ÇEVRESEL ETKENLER yani EPİGENETİK FAKTÖRLER en az GENETİK MİRAS kadar önemli birer belirleyicidir.
BİR NOT
GENLER DE FARKLI KONUŞTURULABİLİR
Genetik mirasımızda yazılı olan ve biz doğarken elimize tutuşturulan tiyatro senaryosu ya da müzikal bestenin notalarını yaşam tarzı seçimlerimizle net ve açık olarak etkileyebileceğimiz bilimsel olarak da doğrulanmıştır. Eğer senaryo örneğinden gideceksek yine ve bir kez daha Dr. Levitin’e kulak verelim: “Gen ifadesi hakkında düşünmenin yollarından biri hayatınızı bir film ya da yıllarca süren televizyon dizisi olarak düşünmenizdir. DNA’nızın senaryo yani filmdeki bütün katılımcılar için -önceden belirlenmiş- talimatlar dizisi, diyalog ve sahne yönetimi olduğunu düşünün. Hücrelerinizi ise o tiyatronun/TV dizisinin oyuncuları olarak kabul edin. GEN İFADESİ bu oyuncuların (hücrelerimizin) senaryoyu nasıl ifade edeceklerine karar verme biçimleridir. Oyuncular tecrübelerine dayanarak bu sözcüklere (genetik kodlara) belli -ve farklı- yorumlar getirip o tiyatro oyununun, o filmin, o TV dizisinin yazarlarını dahi şaşırtabilirler... Ve o oyuncular tabii ki iyisiyle kötüsüyle birbirleriyle de etkileşir ve farklı rollere soyunabilirler... Öyleyse genleriniz size ‘yalnızca en genel şeylerin tasarlanmış olduğu’ bir tür ‘YAŞAM SENARYOSU’ verir. Siz buradan yola çıkarak doğaçlamaları da her yaşta, her zaman yapabilirsiniz. Kültür, fırsat ve koşullar yani çevresel etkenler sizin bu senaryoyu yorumlama biçiminizi kesinlikle etkiler.”
Özetle epigenetik bilimi bize çok daha büyük ufuklar açacak gibi görünüyor.
Paylaş