Paylaş
Hem omega-3 zengini besinlerimizi elimizden alarak, hem de bedenimize bol bol omega-6 bombası bitkisel yağ pompalayarak omega-3/omega-6 dengemizi altüst edip bizi “omega-3 fakiri” yaptı. Bununla da yetinmedi, güneşle temasımızı minimuma indirip hepimizi D vitamini eksikliğine mahkûm etti. Probiyotik zengini besinlerimizi endüstriyelleştirerek probiyotik güçlerini azalttı, neticede probiyotik fakiri insanlar olduk. Yeni hayatın mide asit pompasını felç eden haplar ve daha pek çok nedenle bizi B12 yoksulu yaptığı da kesin. Yeni hayatın bizden çaldığı -ama bizim çok geç farkına vardığımız- mühim bir şey daha var: KOLAJEN! “O nasıl oldu hocam, nerede hata yaptık?” diyorsanız yanıtım tek cümleden ibaret: ETİ KEMİĞİNDEN AYIRDIK!
Kolajeni nasıl kaybettik?
Kolajen eksikliği problemi eti kemiğinden ayırmamızla başladı. Tencere yemeklerini bıraktık. Dolayısıyla iliğiyle kemiğiyle birlikte haşlanmış et yemeklerini neredeyse unuttuk.
Tencerede kemikli sığır/dana eti/kuzu budu-sırtı, hindi, tavuk pişiren mutfakların sayısı parmakla gösterilecek kadar azaldı. Son derece sağlıklı olmalarına rağmen mikrop veya parazit korkusuyla sakatat grubu besinlerden de vazgeçtik.
Netice ortada: Hepimiz kolajene hasret bireyler haline geldik. İşte bu nedenle eklemlerimiz eskisinden daha hızlı yaşlanıp daha erken çürüyor, pörsüyor. Biraz da bu yüzden kemiklerimiz daha kolay kırılıyor, ciltlerimiz daha kolay kırışıyor, sarkıyor, pörsüyor, kaslarımız eriyip gidiyor.
Eksikliği ne yapıyor
◊ Kemikler, kaslar güçsüzleşiyor.
◊ Eklemler daha hızlı yıpranıyor, dizler kalçalar romatizmaya yakalanıyor.
◊ Ciltler daha hızlı pörsüyor, sarkıyor, yaşlanıyor.
◊ Tendonlar zayıflıyor, kopuyor veya iltihaplanıyor.
◊ Kısacası “bedenimizin destek dokusu” azalıyor, beden adeta depreme dayanıksız bir bina haline geliyor...
Nasıl kazanılır
Peki ne yapmalıyız? Çare ne? Azalan, eksilen o “kolajen” ve benzeri “glikozaminoglikanlar” yerine nasıl konulacak? İlle de “glikozamin” hapları yutulup “kolajen” tozları mı içilecek?
Tabii ki hayır! Burada da çare var. O çare etin her türlüsünü (kuzu, dana, hindi, tavuk) kemiğiyle birlikte pişirmekte. Çare sulu tencere yemeklerine yeniden geri dönmekte. Sakatat grubundan da asla vazgeçmemekte.
Eğer bunlar mümkün olmuyorsa evde “kemik suyu” hazırlayıp destek olarak kemik suyu içmekte. “Kemik suyu nedir, nasıl yapılır hocam?” diyorsanız bir başka yazıyı bekleyin...
Hipertiroidinin 10 işareti
Tiroit bezinin şu veya bu nedenle aşırı hormon üretmeye başlaması bedende de ruhta da ciddi değişimler, sorunlar yaratır. Bu değişimlerin ilk 10’u şunlardır:
◊ Kalp hızlanıyor: Hiç neden yokken kalbiniz birdenbire hızla çarpmaya, bazen de teklemeye (aritmi) başlıyor. Hatta bazen bu durum gece gündüz otururken, dinlenirken veya hareket ederken devamlı hale gelebiliyor.
◊ Eller titriyor: El titremeleri tiroit bezinin hızlı çalıştığını gösteren ilk işaretlerden biri. Bu titreme bazen hissedilmeyecek kadar hafif de olabiliyor, bazen ise odanın içinde kahve fincanınızı dökmeden taşımanızı engelleyebilecek doza da yükselebiliyor.
◊ Sinirler geriliyor: Tiroit hormonlarının aşırı üretiminden beyin de etkileniyor. Beyin de rahatsızlığını, “ani sinirlenmeler, öfke atakları, alınganlık halleri” gibi duygusal yanıtlarla ifade ediyor.
◊ Duygular karışıyor: Hipertiroidinin oluşturduğu “hormonsal duş”tan duygularınız da nasibini alıyor ve uykusuzluktan depresyona pek çok değişim anında devreye giriveriyor.
◊ Terleme bitmiyor: Hipertiroidinin ilk ve en mühim belirtilerinden biri de aşırı terleme şikâyeti. Nedeni ise vücut ısısının artması ve bu nedenle de bedenin terleme fonksiyonunu devreye sokarak bu ısıdan kurtulma çabasına girmesidir.
◊ Açlık baş gösteriyor: Aşırı tiroit hormonu üretimi vücudumuzdaki enerjiyi hızla harcayıp tüketiyor, neticede vücut da bizden sürekli yeni enerji kaynaklarına yönelmemizi istiyor. Netice mi? Doymak bilmez bir iştah durumu.
◊ Kilo kaybı durmuyor: Hipertiroidinin olmazsa olmazlarından biri de durduk yerde ortaya çıkan kilo kaybıdır.
◊ Sıcağa tahammülsüzlük başlıyor: Eğer çevrenizdeki herkes üşürken siz adeta yanıyorsanız bulunduğunuz her ortamın, yaşadığınız her mevsimin aşırı sıcak olduğundan şikâyet ediyorsanız, odadaki pencerenin açılmasını tek isteyen hep siz oluyorsanız, millet kazakla gezerken siz fanila ile dolaşmayı arzuluyorsanız dikkat edin, siz de bir hipertiroidi hastası olabilirsiniz.
◊ Cinsel güçsüzlük üzüyor: Erkek ya da kadın olmanız önemli değil. Hipertiroidi her iki cinste de cinsel isteğin en önemli sabotajcılarından biri.
◊ Gözler de etkileniyor: Hipertiroidinin farklı göz sorunlarına yol açtığı biliniyor. Ama en önemlisinin gözleri dışarı çıkık ya da fırlamış gibi bir pozisyona sokması. Çift görme ve sulanma, şişme, kızarma gibi sorunları da bir kenara not etmenizde fayda var.
Ve son bir not: Eğer yaşınız 60’ın üzerindeyse ve birden bire ortaya çıkan aritmi, depresyon, güçsüzlük, halsizlik, yorgunluk, asabilik, kilo kaybı, takatsizlik gibi problemlerden şikâyet ediyorsanız sorunun arka planında gizli bir hipertiroidinin olabileceği aklınızda olsun.
Damar sertliğini kolaylaştıran 5 mühim neden
◊ Hareketsizlik
◊ Yoğun stres
◊ Aşırı şekerli ve unlu besin tüketimi, kilo fazlalığı
◊ Sigara içmek
◊ Şeker hastalığı ve hipertansiyon problemini ciddiye almamak, iyi yönetememek
Bellek dostu besinler
◊ Omega-3 zengini yağlı balıklar
◊ Omega-9 zengini sızma zeytinyağı
◊ Flavanoid zengini siyah (bitter) çikolata
◊ B12 zengini et, yumurta, süt ürünleri
◊ Antioksidan zengini yeşil ve siyah çay
Probiyotik zengini gıdalar
◊ Kefir
◊ Yoğurt, ayran
◊ Boza, şalgam
◊ Lahana turşusu
◊ Tarhana çorbası
Hangi D vitamini daha iyi?
Üzülerek hatırlatalım: “Yeni hayat” bizi güneşten uzaklaştırdı. Kapalı mekânlarda yaşamaya mahkûm etti. İşte bu nedenle hepimiz D vitamini seviyelerimizi dikkatle izlemek, kanda D vitamini seviyelerimizi 50-80 aralığında tutmak için gayret göstermek zorundayız. Bunun için de gerektiğinde D vitamini desteklerinden de faydalanacağız.
Ama bunu yaparken de bu vitaminin vücutta depolanabileceğini, aşırısının zarar verebileceğini unutmayacak, takviyenin dozajını ve süresini doktorlara bırakacağız.
Takviyelerdeki D vitamini ile derimizde üretilen doğal D vitamini muhakkak ki birebir aynı değil. Doğal D vitamini sülfatlı. Hem suda, hem yağda çözünebiliyor, hücrelere daha kolay giriyor. Ama bu bilgi gerektiğinde takviyelerden faydalanmamızı engellememeli.
Paylaş