Düzenli egzersizin sağlıklı ve iyi yaşlanmanın en etkili yollarından biri olduğu bir kez daha doğrulandı. Özellikle aerobik antrenmanlar -bilhassa düzenli yürüyüşler- sağlıklı bir yaşlılık geçirmenin garantisi gibi görünüyor.
Yeni tamamlanan birçok araştırma aktiviteniz arttıkça özellikle kas ve iskelet kaslarınızdaki hücrelerde enerji üretiminin de arttığını gösteriyor. Bunun nedeni egzersizle bedeninize giren oksijen miktarının artması. Oksijen miktarı arttıkça hücrelerdeki enerji üretim organcıkları mitokondrilerin oksijen yardımıyla yaktığı karbonhidrat, yağ ve protein miktarı da artıyor. Dolayısıyla hücreler yaşlansalar da enerji üretmeye, sağlıklı ve güçlü kalmaya, yani gençliklerini korumaya devam ediyor. Bilindiği gibi mitokondriler hücrelerin enerji üretim merkezleri olarak görev yapan organcıklar. Mitokondriler ne kadar iyi çalışırlarsa ve sayıları ne kadar fazlaysa hücreler o kadar çok enerji üretiyor. Bulgular egzersiz yapanlarda hücrelerdeki mitokondri sayısının da çoğaldığını gösteriyor.
HAREKET=HAYAT
Bu bulguların anlamı şu: Eğer düzenli egzersiz yaparsanız daha güçlü ve sağlıklı bir yaşlılığınız olur. Daha iyi yaşlanırsınız. Yaşlılık problemlerinin çoğundan haberiniz bile olmaz. Düzenli egzersizin mitokondrilerdeki enerji üretimini arttırarak metabolizmanızı hızlandırdığı ve özellikle kaslarınızı birer kalori yakma makinesi haline getirdiğini size enerji ve güç yüklediğini de hatırlatalım. Benim tavsiyem şu: Düzenli olarak her gün yürümeye çalışın. Yürümediğiniz zamanlarda yüzerek merdiven inip çıkarak veya başka bir şekilde “egzersiz borcunuzu” ödeyin. Çünkü siz egzersiz yaptıkça -özellikle yürüdükçe- mitokondrileriniz daha çok çalışacak daha çok mitokondriye sahip olacaksınız. Bunun anlamı vücudunuzdaki enerji üretim santrallerinin tam kapasiteyle çalışması ve bu santrallere her gün bir yenisinin eklenmesidir. “ıyi hayat” önerilerim arasında “düzenli egzersiz alışkanlığı edinmek” mutlaka vardır. Hastalarıma ve sağlıklı dostlarıma düzenli egzersizin iyi yaşamak için faydalanmayı düşündükleri vitaminler, mineraller, koenzimler, omega-3’ler, ginkgo bilobalar gibi desteklerden daha önemli olduğunu ısrarla, sabırla anlatırım. Çünkü özellikle kırkından sonra iyi hayatın yolu az yiyip çok hareket etmekten geçiyor.
Bilgili bir hasta olun
Bilgilendirilmiş, sorunlarını ve çözümünü iyi bilen katılımcı bir hasta olun! Doktorunuza, size önerdiği ilaçları niçin kullanmanız gerektiğini çekinmeden sorun. Bu ilaçları ne kadar süreyle ve ne dozda kullanacağınızı eksiksiz öğrenin. ılaçların yan etkileri hakkında yeterince bilgilenmeye çalışmanız doktorunuzu da, eczacınızı da memnun edecek ve tedavinizin başarısını artıracaktır. Önceden kullanılan tüm ilaçları; bitkisel destekleri, vitaminler ve besin tamamlayıcıları dahil eksiksiz olarak doktorunuza söyleyin. Hastalar genellikle vitaminlerin, reçetesiz satılan ilaçların, bitkisel desteklerin, bitki çaylarının ve gıda tamamlayıcılarının zararsız ve doğal olduklarını düşünmektedir. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Bitkisel ilaçlar, besin destekleri, doğal çaylar da reçeteli ilaçlarınızla etkileşime girerek size zarar verebilirler.
Kalın barsakta polip ne anlama geliyor?
Polipler, kalın barsağın iç yüzeyini döşeyen mukozal tabakadan köken alan, barsağın içine doğru büyüyen oluşumlardır. Bunların bazıları sapsızdır, bazıları da bir sap ile barsak duvarına tutunurlar. Polipler erişkinlerde çok yaygın olarak ( yüzde 30-50 ) bulunurlar. Kesin olarak niçin ve nasıl oluştukları günümüzde açıklığa kavuşmamış olsa da posadan fakir, yağlı, kırmızı et ağırlıklı beslenmenin, sigara tüketiminin ve obezitenin polip oluşumunu arttırdığı bilinmektedir. Adenom adı verilen bazı polip türlerinin, hiperplastik veya enflamatuar olarak tanımlanan diğer polip türlerinden farklı olarak kansere dönüşme riski vardır. Ancak poliplerin hepsi kanser olmaz ve kansere dönüşüm için uzun yıllar geçmesi gerekir. Bu süre içinde polipler güvenli bir şekilde tamamen çıkarılabilirler. Kalın barsakta kanser 40 yaş öncesinde çok nadiren görülür, küçük bir polipin kansere dönüşmesi için gerekli olan sürenin de yaklaşık 10 yıl olduğu dikkate alınarak, başka bir risk faktörü bulunmayan sağlıklı erişkinlerde kolon kanseri taraması 50 yaşında başlatılmalıdır. Polipi veya kolon kanseri olan hastaların birinci derece akrabalarında da bunların görülme olasılığı normal topluma göre artmış olduğundan, özellikle de kanser erken yaşta ortaya çıkmışsa, ailede birden fazla bireyde kolon kanseri öyküsü varsa, barsakta çok sayıda polip saptanmışsa, birinci derece akrabaların mutlaka taramadan geçirilmesi gerekir. Bu kişilerde kolorektal kanser taraması, kanser tanısı alan kişinin tanıyı aldığı yaştan 10 yıl önce başlatılmalıdır. ıkinci ve üçüncü dereceden akrabalarında kolorektal kanser öyküsü olanlar risk açısından normal toplumdakiler gibi kabul edilirler ve tarama ortalama riskli gruba önerildiği gibi 50 yaşında başlar. Polipler çoğunlukla kişide herhangi bir belirti vermez. Kolonoskopi veya diğer radyolojik incelemelerde rastlantısal olarak bulunurlar. Dışkıda gizli kan incelemesi, önemli bir tarama testi olarak kullanılıyor olsa da testin negatif olması barsakta polip olmadığını göstermez. Nadiren makattan kanama, kanlı dışkılama, kansızlık; kabızlık veya ishal şeklinde barsak alışkanlığında değişiklik ile semptom oluşturabilirler. Bir kişide polip bulunduğunda nasıl bir yaklaşımda bulunulacağını polipin boyu, sayısı, tipi, ve kolonda bulunduğu konum belirler. Adenomu olanlar ileri yıllarda yeni adenomların gelişmesi açısından risk altındadır ve yakın takibe alınmalıdır. Takip açısından günümüzde en iyi yöntem hala geleneksel kolonoskopidir. Kolonoskopi sırasında görülen polipler aynı seansta endoskopik olarak çıkarılabilirler. Bu işleme polipektomi adı verilir. Kolaylıkla uygulanabilen polipektomi işlemi, barsak mukozası ağrıya duyarlı olmadığından acı veren bir işlem değildir. Polipektomi oldukça güvenilir bir yöntemdir. Kanama veya barsak delinmesi gibi komplikasyonlar çok nadir görülür. PROF. DR. EROL AVŞAR
Bakteriyel ve viral enfeksiyonların farkı nedir?
Bakteriler tarafından yapılan enfeksiyonlar bademcik iltihabı, tüberküloz ve idrar yolu gibi enfeksiyonlardır, virüslerin yaptığı enfeksiyonlar suçiçeği, AIDS veya grip gibi enfeksiyonlardır. Bakteriler değişik ortamlarda yaşayabilen tek hücreli mikroorganizmalardır ve bazı tip bakteriler aşırı sıcak veya soğukta yaşayabilirler. Bazı bakteriler ise insanların bağırsaklarında bulunup besinlerin sindirimine yardımcı olurlar, vajinanın asit ortamını sağlarlar, yani çoğu bakteri insanlara zarar vermez. Virüsler ise bakteriden çok daha küçüktür ve yaşamlarını devam ettirebilmek için canlı hücrelere ihtiyaçları vardır, bunlar insanlar, hayvanlar, bitkiler olabilir ve sadece buralarda çoğalabilirler, başka türlü yaşayamazlar bile. Bir virüs vücuda girdiğinde, bazı hücreleri işgal edip hücre mekanizmasını bozar ve bu yolla da çoğalmaları mümkün olur. Bakterilerle virüslerin en önemli ayrımı belki de antibiotik tedavisinin bakterileri öldürmesi veya çoğalmalarını durdurması, virüslere etkili olmamasıdır. Bazı durumlarda hastalık belirtisi yapanın bakteri mi virüs mü olduğunu ayırt etmek zordur; örneğin zatürre, menenjit ve ishal gibi hastalıklar her iki mikropla da oluşabilmektedir. Antibiotiklerin kontrolsüz kullanılması antibiotiklere dirençli bazı bakteri nesillerinin doğmasına yol açmıştır. DR. ERHAN CANKAT