Herkesin unutmaya çalıştığı, üzerinde konuşmaktan çekindiği, hatta adını bile duymak istemediği bir konuda buraya not düşüp katkıda bulunmak istiyorum. Çünkü "Küçük Kıyamet" gelip çattığında ağıt yakmaktan başka yapacak çok bir şeyimiz olmayacak.
Evet, sevimsiz konu, deprem! 9 Aralık Pazar günü İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde jeoloji mühendisleri "İstanbul Jeolojisi Sempozyumu"nun üçüncüsünü düzenledi. Akıllarına nereden geldiyse beni de "Doğal afetler, deprem ve medya" adlı panele konuşmacı olarak çağırdılar. Ben de "Modern Afet Yönetiminde Medyanın Yeri ve Rolü; Türkiye’de Medyanın Afetlerdeki Rolü ve Şimdi Medyanın Yoğunlaşması Gereken Noktalara Örnekler" başlıklı ironik bir konuşma yaptım. Size de özetleyeyim.
Bir afet olduğunda halkın öncelikle bilmek istediği şunlardır: Kendisinin ve ailesinin hayatını nasıl koruyacak? Acil durumun tipi ve etki alanı nedir? Halkın durumu nedir? Doğru dürüst bilgilendirilmiş medya afet olduğunda; toplumun paniğini azaltabilir, eyleme hazırlayabilir ve gelecek sorunlara karşı uyarabilir. Aslında medyanın desteği bunlarla da sınırlı değil. Medyanın, afetleri önleme, afet zararlarını ve kayıplarını azaltma, hazırlık, tahmin ve erken uyarı, afet riskinin algılanması, etki ve ihtiyaç analizi, müdahale, iyileştirme çalışmalarında da desteği çok büyük. Tabii ki yararlanabilene!..
MEDYA BAŞIBOŞ BIRAKILMAMALIYMIŞ!
Gazeteci Göksel Özköylü’ye göre medyanın temel görevi şunlar: "Doğru bilgiyi edinmek, doğru bilgiyi edindirmek! Çünkü bilgi eksikliği beraberinde korku ve huzursuzluk getirir." Bunun için muhabirler özellikle bilgili, güvenilir ve erişilebilir bir muhatap arar. Muhabirler çabuk ve güvenilir bilgi ister. Ayrıca muhabirler olay yerine ulaşmak ve eşit muamele görmek ister. Ülkemizde muhabirlerin bu isteklerine ne afetlerde ne de normal durumlarda cevap verecek "Basın Sözcüsü" kurumlarımızın tümünde ve afet mevzuatımızda yok. İnanmıyorsanız örneğin, Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmeliğe bir bakın.
Böylece afet ve acil durumlarda basın ve halkla ilişkiler konusunda pek fazla yol aldığımız söylenemez. Örneğin, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinin ardından 2000 yılında hazırlanan Sayıştay raporundaki basın ile ilgili gözlemler şunlar: Medyanın maksatlı yayını ile "Devletin saygınlığının doğrudan hedef alınmasına rağmen" hükümet yeterli karşı propagandaya çok geç başlamış. Basın boş bırakılmış. Basını devamlı bilgili kılacak ve yönlendirecek personel görevlendirilememiş. Aynı raporda basınla ilgili tavsiyeler de sıralanmış: Medya (Psikolojik harekát açısından) kontrol altına alınmalı. Medya başıboş bırakılmamalı, il/ilçe afet yönetim merkezlerinden yetkili kişilerce doğrudan basın açıklamaları yapılmalı. İletişim teknolojisinin yoğun, etkin kullanımı gerçekleşmeli...
İLETİŞİM UZMANI GEREKLİ
Problemi doğru teşhis edemeyen bu tür yaklaşımlar nedeniyle yıllardır medyada değişen tek şey üslup olmuştur. Örneğin, Dr. Selma Koç, 2004 yılında hazırladığı doktora tezinde basınımızdaki afet haberlerinde değişen üslubu şöyle özetliyor.
1939-Erzincan depremi: Askeri idarenin izlerini taşıyan ulusalcılık birlik-beraberlik söylemleri. 1966-Muş (Varto) Depremi: Bilimsel ve dini söylemler, siyasi eleştiriler ve yozlaşma, devlet otoritesinin sorgulanması.
1999-Marmara Depremi: Hükümetleri ve kurumları suçlama, STK’ları destekleme ve öne çıkartma, afet mitleri oluşturan söylemler.
İl/ilçe afet yönetim merkezlerinden yapılacak basın açıklamasının, yazma ve konuşma becerilerini geliştirmiş, haber, röportaj ve basın toplantıları düzenlemesini bilen kişilerce yapılması şart. Yani iletişim fakültesi mezunlarından mutlaka "Basın Sözcüsü" olarak yararlanılmalı. Basın sözcüleri ayrıca Afet Acil Yardım Planlarının eki olarak "Afet ve Acil Durumlarda Basın ve Halkla İlişkiler"i hazırlamalı. Bu ekte: Bilgiyi toplamak, kontrol etmek ve dağıtmak, medya elemanlarıyla çalışmak, iletişim kanallarını açık tutmak, söylentileri kontrol etmek, afet ve acil durum merkezlerinin verdiği görevleri yapmak" gibi konular tek tek ele alınmalı.
Özetle, günümüzde artık iletişim uzmanları da afet yönetiminde gerektiği gibi yerini alıp elini taşın altına sokmalı. Yoksa Einstein’ın söylediği gibi, "Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bir peşin hükmü söküp atmak, atomu parçalamaktan daha zor."