Paylaş
Depresyon yeni bin yılın yaygın hastalıklarından biri. Konunun sadece ruhsal bir problem mi, yoksa dış etkenlerle de bağlantılı bazı sebeplerinin mi olduğu noktaları biraz karışık.
Karışık, zira araştırmalara bakılırsa D vitamini eksikliğinden omega-3 noksanlığına, probiyotik fakirliğine bağlı bağırsak içi denge bozukluğundan (disbiyozis) ağır metal zehirlenmesine, hatta kronik ilaç toksisitesine kadar pek çok problem depresyonla bağlantılı olabiliyor.
İşin kötüsü problem bazen sadece depresyonla da sınırlı kalmıyor, başka alanlara yayılma eğilimi de gösterebiliyor.
Yani konuyu yalnızca bir çeşit “gönül yorgunluğu” durumu ile izah etmek pek akılcı bir bakış açısı değil.
Depresyonun açtığı gedikten içeri giren ve sağlığı alt üst eden başka sorunlar da var.
Mesela sonu gelmez ve bitip tükenmez yorgunluklar. Mesela uyku sorunları. Mesela ağrılar. Mesela sindirim problemleri, kolit, reflü atakları...
Depresyona eşlik eden bu tatsız ekip kalabalıklaştıkça sorun daha da içinden çıkılmaz hale geliyor.
Neticede hastalar kendilerini bazen romatizma uzmanlarının (eklem-kas ağrıları), bazen kulak burun boğaz doktorlarının (baş dönmesi), bazen endokrinologların (böbreküstü yetmezliği), bazen de ağrı uzmanlarının (kronik ağrılar) karşısında bulabiliyor.
Netice mi? Pek hoş değil. Çoğu zaman “Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim bir de bakmışım bir arpa boyu yol almışım!” durumu gelişiyor.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım tablo aslında adı konulmamış bir sağlıksızlık durumunun kısa özeti ve gittikçe daha fazla sayıda kişiyi ilgilendiren bir gelişme.
Ve ne yazık ki diğer “gri alan” sorunları gibi bu durumda da hastalar reçeteli ilaçlardan ciddi bir yarar görmemekte.
BİR BİLGİ: Sorun sadece B12 eksikliği mi?
Tıpkı D vitamininde olduğu gibi B12 vitamininde de bir devrimsel durum (!) yaşanıyor. Eskiden sadece özel durumlarda takip edilen B12 seviyeleri artık yorgunluk, halsizlik, uyku bozukluğu, kramplar, el-ayak uyuşmaları, dikkat sorunları ve tabii ki unutkanlıklar söz konusu olduğunda da araştırılıyor.
Doğru da yapılıyor. Çünkü B12 anahtar vitaminlerden biri.
Onun becerikli olduğu nokta ise “metilasyon” meselesi.
Metilasyon süreçleri düzgün değilse eğer pek çok bedensel fonksiyon anında aksamaya başlıyor. Kısacası problemi sadece B12 eksikliği ve bunun yol açabileceği kansızlık sorunu olarak görmek biraz eksik bir yaklaşım.
Mühim bir nokta da şu:
B12 eksikliğini tamamlamak bilgi ve tecrübe gerektiren bir konu. Çünkü çoğu kişinin midesi yeterince iç faktör üretemiyor, bu da ağızdan alınan B12 desteklerinin yeterince işe yaramaması anlamına geliyor. Kısacası B12 desteğinden faydalanmak da mühim bir ayrıntı.Doğru kararlar, doğru dozlar ve doğru kullanım yollarıyla eksiği yerine koymak gerekiyor.
OKUR SORUSU: Alkali gücü sağlayan ne?
Alkali gücü yüksek besinleri tercih etmek ve beslenme planı yaparken o besinlere daha sık ve bol yer vermek yeni trendlerden biri. Bence doğru bir yaklaşım.
Bu yaklaşımın temel nedeni bedeni bir “asidik havuz” olmaktan çıkarıp detoks sistemlerinin daha iyi çalışmasına yardımcı olmak.
Peki sudaki sebze veya bakliyattaki “alkali güç” nereden geliyor? Farklı kaynaklardan! Mesela içlerindeki mineral yoğunluğundan!
Su tercihinizi mineral zengini, yani kalsiyumu, magnezyumu bol olanlardan yana kullanırsanız “alkali su” gücünü siz de yakalayabilirsiniz.
Kuruyemiş tercihinizi “badem”den yana kullanınca da aynı sonucu elde edersiniz. Zira badem de tıka basa kalsiyum ve magnezyum ile dolu.
BİR ÖNERİ: Lütfen probiyotik yem besinleri daha sık yiyelim
Bağırsaklarımızda yaşayan faydalı bakterilere “probiyotikler” diyoruz.
Onlar pek çok yolla sağlığımıza güç veriyorlar. Alerjileri önlüyor, bağışıklığı destekliyor, kilo, kolesterol, şeker, kan basıncı dengesine yardımcı oluyorlar.
Kanserlerle savaşta, bazı vitaminlerin üretiminde, kabızlık veya ishali engelleyebilmede de onlara ihtiyacımız var. Kısacası biz onlarsız yapamıyoruz. O halde onlara iyi bakmalı, besleyip çoğaltmalıyız.
Peki, onların sevdiği besinler (prebiyotik gıdalar) yani “YEMLER” hangileri?
“PREBİYOTİK YEMLER”i lütfen itina ile bir kenara not edin ve her sabah “Bugün ne pişirmeli?” sorusuna yanıt ararken bu nota da dikkat edin!
İşte listeniz: Sarımsak, soğan, ham muz, bamya, pırasa, yer elması, enginar, kuşkonmaz, baklagillerin tamamı, havuç, pancar, patates, kabak, turşular (özellikle lahana), yulaf, kuru fasulye.
OKUR SORUSU: Neden daha sık ve bol bezelye?
Biz bakliyat seven bir milletiz. Özellikle kuru fasulyeye bayılırız. Bakliyat grubunu sıraya koy deseler birinci sıraya fasulyeyi, ikinci sıraya da nohudu yazarız.
Rahmetli Ayşe Hoca sayesinde (Prof. Dr. Ayşe Baysal) 70’li yıllar sonrasında mercimeğin de farkına vardık. Ama nedense bezelye mucizesinin -çoğumuz- hâlâ farkında bile değiliz.
Oysa bezelye de mükemmel bir bakliyat grubu besin. Çünkü kalorisi düşük, proteini yüksek, vitamini bol. 200 gram taze bezelye 70 civarında kalori kazandırıyor. İçindeki karbonhidrat miktarı 10 gramı, protein ve posa miktarı 5’beşer gramı buluyor.
Bu miktarda bezelye (bir servis miktarı da diyebiliriz) günlük A vitamini ihtiyacının yüzde 35’ini, K vitamini ihtiyacının yüzde 25’ini, B1, folik asit ve C vitamini ihtiyacının yüzde 10-15’ini, demir ihtiyacının da yüzde 7-8’ini karşılayabiliyor.
OKUR SORUSU: Ürik asit neden yükselir?
Çoğumuz proteinden güçlü beslenmenin, yani etleri, sakatatı fazlaca tüketmenin kanda aşırı ürik asit birikimi yaptığını zannediyoruz. Oysa durum gerçekte farklı.
Ürik asit yüksekliği sorununun esas nedeni proteinlerin değil, früktozun fazlaca tüketilmesi.
Özellikle de nişasta bazlı früktoz, ürik asit yükselmesi sorunundaki bu çığ gibi artışın esas nedeni olarak gösteriliyor.
Aslında ürik asit artışı metabolik sendromun bir parçası ve bu sendrom yaygınlaştıkça o da yaygınlaşıyor. Aşırı früktoz tüketimi de zaten metabolik sendrom için bir tetikleyici.
Tabii ki başka nedenler de var. Mesela alkol! Mesela bazı idrar söktürücü ilaçlar...
Paylaş