Paylaş
Geçtiğimiz günlerde Mesude Erşan, Hürriyet’te güzel bir haber dosyası hazırlayıp “check-up’lar neden işe yaramıyor?” sorusuna yanıt aradı.
Habere konu olansa üzücü ama bildik bir olaydı: Her yıl düzenli check-up yaptıran orta yaşlı bir üst düzey yöneticisi, daha birkaç hafta önce yaptırdığı check-up’tan kısa bir süre sonra “ani kalp ölümü” ile hayata veda etmişti. Benzer örneklerle her yıl karşılaşıyor ve her defasında check-up taramalarının işe yarayıp yaramadıkları sorusuna yanıt arıyoruz.
Check-up’ların neden beklenen faydayı sağlamadığının bir değil, birçok yanıtı olabilir ama en önemli sorun yapılan işin check-up’tan çok make-up’a benzemesidir.
Biliyorsunuz make-up, “makyaj yapmak” veya “uydurmak, uyduruvermek, telafi etmek” anlamında kullanılıyor. Günümüzde yapılan check-up’lar da bence sağlık risklerini araştırmaktan çok sağlığa şöyle bir makyaj yapmaya benziyor.
Nedenini yazının devamını okuduğunuzda, anlatmak istediğim şeyi daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum. Daha detaylı bilgi için de yarın yayınlanacak “P4 Medicine” isimli yazımı mutlaka okumalısınız.
BİR SORU
Check-up’lar neden başarısız
Bugünün temel sağlık sorunları akut değil, kronik hastalıklar. Bunlar “birden/aniden” ortaya çıkan değil, “yavaş yavaş gelişen” ve “ortaya çıkması belirli bir zaman aralığı” alan problemler.
Söz konusu kronik sağlık sorunlarını (kanserleri, romatizmal hastalıkları, şeker hastalığını, hipertansiyonu, koroner kalp hastalığını, Alzheimer hastalığını, parkinson hastalığını ve diğerlerini) erken dönemde teşhis etmek, hatta mümkünse onlara “daha tasarım halindeyken”, genetik yapıya yuvalanmış ama faaliyete geçmemişken tanı koymak sağlık taramalarının temel hedefi olmalı.
Check-up taramaları ise bu konuda çok yetersiz. Ayrıca zaman içinde kısmen ekonomik kaygılar, kısmen dikkatsizlik, kısmen de bilgisizlik nedeniyle baştan savma incelemelere dönüşmüş, “sonuca giden” değil, “iç rahatlatan” taramalar haline gelmişlerdir.
Çoğu check-up incelemeleri “kişiye özel” değil, “fabrikasyon”dur. Uygulamada ne cinsiyet farkları, yaş grupları, ne genetik veya çevresel sağlık riskleri, ne yaşam tarzı doğruları ya da yanlışları, ne meslek, iş, güç farklılıkları ne de diğer riskler dikkate alınmaktadır.
Kısacası check-up’lardan hedeflenen amaç önlem alınabilecek kronik bazı sağlık sorunlarını yakalamak değil, kişileri psikolojik olarak rahatlanmak noktasına geldi maalesef...
ÇÖZÜM NE?
Check-up değil, sağlık riski taraması yapılmalı
Mühim bir problem de şudur: Kurumlar check-up incelemelerini bir “ek gelir kaynağı” olarak görmekte, çok sayıda şirket de yönetici ve çalışanlarına bu incelemeleri adeta bir “bonus/hediye” tavrıyla yaptırmaktadır.
Özetle check-up incelemelerinde öncelik kalitede değil, fiyattadır.
Katılımcıların nasıl yaşadıkları, ne yiyip içtikleri, ne iş yaptıkları, ne gibi sağlık sorunları ile yaşamlarını sürdürdükleri, iyi ve kötü alışkanlıkları, egzersiz kapasiteleri, stres ve uyku parametreleri dikkate bile alınmamaktadır.
Çoğu check-up merkezi incelemeye alacağı kişinin genetik mirasını sorgulamamaktadır.
Hangi ilaçları kullandığını bilmemektedir.
Daha önce yapılan sağlık incelemelerini önemli bir parametre olmalarına rağmen gözden uzak tutmak-tadır.
Günümüzde check-up incelemelerinin neden başarısız olduğunu açıklayabilecek daha pek çok gerekçeye sahibiz ama sanırım bu saydıklarım bile başarısızlığın nedenini net ve açık olarak ortaya koymaya yetecektir.
Enseyi karartamyın
Birileri bizi mutsuz ve huzursuz etmeyi kafalarına koymuşlar. Bunlar başkalarını sevmeyen, aidiyetten haberi olmayan, sevgiden, şefkatten, daha doğrusu insanlıktan nasibini almayan, dahası “kendilerini de sevmeyen” zavallı birileri.
Bildikleri tek şey kavga, etmek. Ürettikleri tek şey şiddet ve terör. Sığındıkları, daha doğrusu sığındıklarını zannettikleri yuvaysa içinden sadece karanlıkların geçtiği kötü ve sapkın bir duygu durumu.
Şunu hiç unutmayın: İyi, kötü var olduğu için vardır.
Şunu da bir kenara not edin: Ruhun da, ruhlu bir ömür sürmenin de insan olmanın da yolu öncelikle sevmekten geçer. Sevginin ilk maddesini ise başkalarını sevmek oluşturur.
Ne yaparlarsa yapsınlar bizi ne ölçüde korkuyla tehdit ederlerse etsinler biz hayatı sevmeye ve ensemizi karartmamaya kararlı olalım ve öyle kalalım.
Kötülüğün dublörü olmaya çalışan bu zavallılara pas vermeyelim. Birbirimizden kopmayalım, tersine daha da sıkı, daha güçlü, daha çok kenetlenelim.
Daha çok çalışmaya, daha fazla üretmeye, hayatın içinde daha çok kalıp daha çok gülmeye, eğlenmeye, birbirimizi daha çok sevip “YAŞASIN HAYAT!” demeye devam edelim.
OKUR SORUSU
Yemekten sonra neden yorgunum
Yemek sonrası yorgunluk yaygın bir sorun. İlk ve en sık nedeni de kan şekerindeki oynamalardır.
Hiperinsülinemisi, insülin direnci, gizli veya açık şekeri olanlarda yemeklerden sonra oluşan ani şeker dalgalanmaları (düşmeleri) yorgunluğa, iç çekilmesine, kafa karışıklığına, hatta uyku haline yol açabiliyor.
Bu nedenle yemek sonrası yorgun düşüp kafası karışanların yapmaları gereken ilk iş açlık ve tokluk şeker/insülin değerleri ile hba1c değerlerine baktırmak olmalı.
Bunu özellikle beden kitle indeksiniz 28’den fazlaysa, trigliseridiniz, ürik asidiniz yüksek ve/veya HDL kolesterolünüz düşükse ihmal etmeyin. Önleyici tavsiyelerim ise şunlar: Un/nişasta zengini besinlerden, şeker, şekerli içecekler ve tabiî ki tatlılardan uzak durun.
Yemek üstüne meyve alışkanlığından kurtulun. Öğün atlamayın.
Ara öğünlerde karbonhidrattan zengin atıştırmalara son verin.
Haftanın en az 3-4 günü 30-45 dakika egzersiz programını hayatınızın vazgeçilmez bir parçası haline getirin.
OKUR SORUSU
Şekerimi hangi baharatla düşürebilirim
Eğer şeker hastasıysanız tavsiyem şu olur: Kan şeker dengenizi ota çöpe teslim etmeyin, doktorunuzun verdiği ilaçları, önerdiği perhizleri ve aktivite programlarını dikkatle uygulayın.
Ha, bu arada bitkisel desteklerden de yardım almak istiyorsanız o başka.
Kan şekeri üzerinde “ayarlayıcı” etkisi olabildiği, daha doğrusu kan şekerini düşürebildiği belirtilen bazı baharatlar var. Mesela tarçın bunlardan biri. Zencefilin ve karabiberin de katkısı olabilir mi? Belki!
Zencefil ne işe yarar
“Tıbbi bitki” denince aklınıza “sağlığa yararlı özellikleri olan bitkiler” gelsin. Bu bitkilerin listesini yapıyorsanız zencefili ilk beşe yerleştirin.
Geleneksel mutfağımız zencefili sadece güzel aroması nedeniyle değil sağlık yararları sebebiyle de yüzyıllardır kullanıyor.
Özellikle kurutulmuş ve taze zencefil ve sık sık da köri baharatı içindeki haliyle mutfağımız ona neredeyse “kraliçe” muamelesi yapıyor.
Peki, zencefil bu muameleyi hak ediyor mu? Hem de fazlasıyla ediyor!
Mide, bağırsak rahatsızlıkları, özellikle şişkinlik, bulantı, gaz gibi şikayetlerin çoğunda zencefil mükemmel işe yarıyor. Bilhassa bulantı ve kusma söz konusu olduğunda o yüzyıllardır güvenle kullanılan doğal bir ilaç.
Diğer taraftan zencefilin eklem ağrılarını azaltmada, diş ağrısı, baş ağrısı gibi ağrılarla mücadele etmede ve belleği desteklemede de işe yaradığını biliyoruz.
İşin uzmanları kurutulmuş zencefili toz haline getirir getirmez kullanmanızı tavsiye ediyor. Zira önceden toz haline getirilmiş zencefilin içindeki bileşenlerin bir kısmı kaybolabiliyor.
Aft için ne yapayım
Aft sorunu olanların ilk yapacakları şey sütten uzak durmak olmalı, süt tüketimi ile aft arasında ilişki olabileceğini düşündüren bulgular var. En azından denemek için 2-3 ay süre ile süt ve süt ürünlerine ara verebilirsiniz.
Vitamin takviyesinin de işe yarayabileceğini düşünüyorum. Özellikle B12, B1, B6 ve folik asit takviyelerini bir-iki ay deneyebilirsiniz.
Gluten ihtiva eden yiyecekleri de kesin veya en azından minimuma indirin.
Kahveyi, çikolatayı da sınırlayın. Diyet kola ve sakız gibi lüzumsuz şeyleri bırakın.
Eczanelerden aftın üzerine sürebileceğiniz solüsyonlar ve düşük dozda kortizol ihtiva eden kremler alarak da geçici çözümler arayabilirsiniz.
Eğer aftlarınız iyileşmek yerine daha kötüye gidiyorsa, sık tekrarlıyorsa, üstelik bir de genital bölgenizdeki yaralarla birlikteyse “Behçet hastalığı” bakımından incelenmek üzere doktorunuzdan yardım isteyin.
Paylaş