Paylaş
Özellikle şehirde yaşayan biriyseniz büyük olasılıkla ekmek paranızı kas gücüyle değil, beyin gücüyle ofis çalışanı veya yönetici olarak kazanıyor olmalısınız. Bu, aktif yaşamı olumsuz etkileyen gelişmelerden biri.
“İşyeri tembelliği” sadece fazla kilo/obezite için değil, kronik hastalıklar bakımından da mühim bir risk. Bunun en güçlü kanıtlarından biri de çok eski yıllarda İngiltere’de yapılan büyük ve uzun süreli bir araştırma.
Araştırmada İngiltere’nin geleneksel çift katlı kırmızı halk otobüslerinde çalışanlar takip edilmiş, otobüste otobüsü kullanan şoför ile otobüste ayakta dolaşarak para toplayan biletçilerin sağlık durumları karşılaştırılmış.
Sonuçta biletçilerin kalp hastalıklarına yakalanma riski, şoförlerden çok daha düşük çıkmış.
Araştırma biraz daha uzatıldığında görülmüş ki biletçilerin ortalama yaşam süresi de şoförlerden çok daha uzun!
Özeti şu: Sadece hafta sonlarında iki günü aktif geçirmeniz yetmiyor, hatta sabah ya da akşam saatlerinde yaptığınız egzersizler bile “hareketsizlik” sorununu yeterince çözmüyor. İşyerinde de aktif olabilmenin yollarını bulmanız gerekiyor. Bazı çözümleri yandaki kutuda bulabilirsiniz.
İYİ BİLGİ
Basit ve etkili işyeri aktiviteleri
* Yürüyerek konuşun! Telefonla konuşurken oturmayın, kalkın ve gezin.
* Masa başı hareketleri yapın. Bir tenis topunu avucunuzda sıkarak kavrama hareketleri ya da çekmecenizde bulunduracağınız lastik bantlarla germe hareketleri yapabilirsiniz.
* Saat başı odanızda 2-3 dakikalık kısa turlar atın. Fırsat bulursanız 5 dakikaya çıkmaya çalışın.
* Toplantıları yürüyerek yapın. Eğer iş arkadaşlarınızla birebir görüşmeleriniz varsa görüşmeyi yürürken yapmayı deneyin.
* Öğle aralığını değerlendirin. Öğle yemeği aralığında 10 dakikalık bir yürüme bile işe yarayacaktır.
* Dolaşarak yönetin. Çalışanlarınızı telefonla aramak yerine masanızdan kalkıp siz onları ziyaret edin.
* Asansörü unutun! İşyerinizdeki katları inip çıkarken asansör yerine merdiven kullanın.
ÖNEMLİ
Susuz kalmayın
Bedenimizin suya her zaman ihtiyacı var ama nedense “su içmeyi ihmal etmeme” konusu hep yaz aylarında gündeme gelir. Oysa bedenin biyolojik dengesi değişmez, organ ve sistemler fonksiyonlarını yaz-kış demeden su sayesinde yerine getirir.
Kış aylarında da bedeninizi susuz bırakmayın ve sık aralıkla, düzenli olarak su içmeye gayret edin. Suyu soğuk değil ılık içmek, ayakta değil oturarak içmek, yemeklerde değil yemek aralarında içmek ve her sabah güne bir bardak dolusu ılık suyla başlamak en akılcı çözüm gibi görünüyor.
BİR ÖNERİ
Melatonini kovmayın
Melatonin önemli bir hormon. “Uyku hormonu” olarak da biliniyor. Uykuya geçişimizi de, rahat ve keyifli bir uyku çekişimizi de, vücudumuzda salgılanan pek çok “iç maddenin” yanı sıra öncelikle melatonine borçluyuz.
Ne var ki melatonin ışık ritmine göre hareket eden bir salgı süreci izliyor. Melatonin salgılayan sistemler aşırı, parlak ışıktan özellikle de mavi ışıktan nefret ediyor.
Yatmadan önce daha çok melatonin üretebilmek için odanızın ışıklarını yavaş yavaş azaltın. Yatak odanızda mümkünse üstten değil, alttan aydınlatma sistemleri kullanın.
Çok daha önemlisi ise şu: Televizyon, tablet bilgisayar ve cep telefonlarıyla uykudan 2 saat önce ilişkinizi kesin. Çünkü bunlar yaydıkları parlak ışık nedeniyle melatonin üretimini önemli ölçüde azaltıyorlar.
UNUTMAYIN
Sadece vitaminle olmaz
Mikro besinler olarak bilinen vitamin ve mineraller sağlığımızın bekçileridir. Ama güçlü bir sağlığa, özellikle de sağlam bir bağışıklığa sahip olmak için sadece yeteri kadar vitamin ve mineral kazanmak kâfi değildir.
Hastalıklarla savaşan, bağışıklığa güç katan, doku ve organları koruyan, oksidan süreçlerin paslandırıcı, yaşlandırıcı etkilerini azaltan antioksidanlardan da faydalanmak zorundayız.
Sayısız araştırma net ve açık olarak gösterdi ki antioksidan zengini besinleri sık ve bol tüketenlerde bağışıklık sistemi daha sağlam kalıyor, kanser, bunama, kalp krizi vb kronik yaşlılık sorunlarına daha seyrek rastlanıyor.
Güçlü antioksidan kapasitesi olanlarda damarlar daha genç kalıyor. Eklemler daha dayanıklı oluyor, cilt kırışıklıkları minimuma inmiyor. Kısacası antioksidanlara hepimizin ihtiyacı var.
En güçlü antioksidan kaynaklarından biri siyah kuru erik. Siyah kuru üzümün, yaban mersininin, böğürtlenin, çileğin, domatesin, lahana grubu besinlerin, renkli her türlü sebzenin (özellikle en kırmızıları, morları ve siyahların), soğanın, sarımsağın, yeşil çay ve kuşburnu çayının zengin birer antioksidan kaynağı oldukları biliniyor.
Tavsiyem şu: Sofralarınızda daha çok ve sık antioksidan zengini besinlere yer verin.
4 SORUDA OMEGA-3 TAKVİYESİ
SORU 1: Kime lazım?
Omega-3 desteğine sağlıklı herkesin ihtiyacı olduğu düşüncesindeyim, çünkü global bir omega-3 açlığı sürecinden geçtiğimizi düşünüyorum. Özellikle çocukların, gençlerin, hamileler ve yaşlıların sağlıklı da olsalar DHA takviyesi almaları gerektiği kanısındayım. Kalp damar hastalığı risk gruplarında, bellek bozukluğu risk gruplarında, maküla dejeneresansı risk gruplarında da bu desteklere özel bir ihtiyaç bulunduğu kanısındayım.
SORU 2: Ne zaman DHA, ne zaman EPA?
EPA ağırlıklı omegaları daha ziyade pıhtılaşma süreçlerini kontrol etmek, DHA ağırlıklı omega-3’leri ise bellek, göz, cilt, ritim bozukluğu, sağlıklı beyin gelişimi, depresyonla mücadele, psöriazise karşı önlem alma ve artrit tedavilerini destekleme söz konusu olduğunda kullanmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.
SORU 3: Seçim nasıl yapılmalı?
Her besin desteği gibi omega-3 seçimini de tıpkı reçeteli ilaçların kullanımında gösterdiğim hassasiyetle kullanmaya çalışırım. Üretim şartlarını, metodunu, üreten firmanın yeteneklerini, ürünün taşıma ve saklanma koşullarını, absorsiyon özelliklerini ve biyovalabilitesini dikkate alırım. Omega-3 kullanacaksam balık yağı değil de saf omega-3 olanını tercih ederim. DHA ağırlıklı bir omega-3 kullanacaksam önceliğimi havyar yağı omegası ve krill yağı omegasından yana kullanırım. EPA ağırlıklı omegaları seçeceğim zaman da balık yağı kaynaklı olanları tercih ederim.
SORU 4: Neden havyar ya da krill omegası?
Havyar yağı ve krill canlısı kökenli omegaların daha güçlü DHA yapıları, daha güvenli emilim ve biyoyararlanım ayrıcalıkları olduğu düşüncesindeyim. Bu omegalarda bol miktarda fosfolipid ve kolin mevcudiyetinin olması da benim için önemli bir tercih nedeni. Fosfolipid bileşikli DHA’nın hem bağırsaklardan emilimi daha fazla, hem midede yanma, geğirti yapma, ağızda balık yağı tadı bırakma gibi sakıncaları yok, hem de biyolojik etkinlikleri daha yüksek gibi görünüyor. Fosfolipidlerin ve kolinin bellek ve konsantrasyon üzerindeki olumlu etkileri de benim için önemli bir tercih nedeni. Ayrıca kolinin önemli bir karaciğer destekleyicisi olduğunu da unutmamak lazım.
Paylaş