Paylaş
ONU en son iki yıl kadar önce, büyük bir hevesle başladığı “İnsülin direnci programı”nı tamamlayıp yaklaşık 20 kilo fazla yağa veda ettiğinde görmüştüm. Sadece fazla kilolarına değil, karaciğer büyümesi, horlama/uyku apnesi, ödem, şişkinlik, gaz, yorgunluk, reflü, terleme, uyku hali gibi sorunlara da veda etmişti. Öğrendiği yeni “beslenme ve aktivite” prensipleri onu bel çevresi ince, göbeği küçük, fit, zinde, “zımba gibi” gibi biri yapmıştı. Akşamları daha erken yatağa giriyor, mis gibi bir uyku çekip her sabah erken kalkıyordu. Birlikte çalıştığı beslenme uzmanı Nilüfer Bayram’dan ‘biyolojik-metabolik kurgusuna’ en uygun beslenme modelini öğrenmiş, besin seçimlerinin kilosuyla birlikte yaşamını derinden etkilediğini fark etmişti. Daha yavaş yiyor, uzun uzun çiğnemeden yutmuyor, “daha küçük” porsiyonlarla yetiniyordu. Asidik besinlerden uzak duruyor, öğün atlamıyor, hatalı atıştırmalardan kaçınıyordu. Neticede ne öğle yemeklerinden sonra gelen mankafalık, sersemlik nöbetleri, ne de akşamları televizyon karşısındaki uyku krizlerinden eser kalmamıştı. Kısacası “sanki yeniden doğmuş” gibiydi!
HAYATI DEĞİŞTİ, YİNE DEĞİŞTİ
Yaptığımız keyifli sohbetten sonra “Hocam, hayat tarzımı kökünden değiştirdim, formda ve zinde biri oldum, ne tansiyon ilacı ne şeker hapı yutuyorum. 6 ay sonra görüşmek üzere” diyerek yanımdan ayrıldı. Gidiş o gidiş! Aradan 2 yıl geçti. Asistanım onu birkaç kez aramıştı ama işlerinin yoğunluğu nedeniyle randevularını sürekli ertelemişti.
Geçen hafta onu yeniden klinikte gördüğümde ise gözlerime inanamadım ve üzüldüm. İnanamadım ve üzüldüm çünkü kaybettiği kiloların yarıya yakınını geriye almıştı. İlk günlerdeki kadar olmasa da yine yorgun ve şişti. Göbeği büyümüş, şiş ayak bileklerinde yeniden çorap izleri oluşmuş, uykuları bozulmuş, unuttuğu horlamalar geri gelmişti. Peki, ne olmuştu da “sihir” bozulmuş, “büyü” çözülmüş, “problemler” birbiri ardına yeniden çiçek açmıştı? Sorun basitti ve yine “hayat tarzında”, yani “yanlış seçimlerinde” idi. O, eski hayatına geri dönmüştü. Sözü uzatmadan ona şunları anlattım...
‘GENOTİP’ AYNADIR
Herkesin “kendine özel” bir “genetik kurgusu” (genotipi), bu genetik kurgunun belirlediği bir “içyapısı” yani biyolojik/metabolik kurgusu ve bununla ilişkili dış görünüşü (fenotipi) yani boyu, posu, şekli, görüntüsü, bel, kalça, omuz, kas, kemik organizasyonu var. Biz bedenimizi “geliştirip büyütürken” de –çocukluk ve gençlik çağı-, mevcut halini “korurken” de –orta yaşlar-, “yaşlanırken” de onun önce enerji ihtiyacını karşılayarak, sonra da onu ihtiyaç duyduğu en doğru şeylerle besleyerek yaşatıyoruz. Sağlıklı bir hayat sürebilmemiz, bu kurgunun doğru çalışabilmesi, usulüne uygun gıdaların kullanılabilmesi ve aktivite seçimlerimizle yakinen ilişkili. Özellikle kullandığımız yakıtların –yiyip içtiklerimizin- yapısı ve miktarı –niceliği ve niteliği- çok mühim. Beslenmemizin genetik/biyolojik/metabolik kurgumuza yani imalat şartnamemize uygun olması gerekiyor. Yalnızca bu da yetmiyor, aldığımız yakıtların kullanılması, yani yakılması da zorunlu.
Sizin yakıtınız hangisi?
FARKLI bedenlerin, mesela farklı motor yapısı olan otomobiller gibi farklı “imalat şartnameleri” var. Onun “nasıl bir yakıt” kullanabileceği bu “şartname/kullanım kılavuzu” yani “genetik kurgu” ile belirleniyor. Her bedenin günde üç kez –sabah, öğlen, akşam- yakıt alması gerekiyor. Yakıt alırken – yiyecek ve içecek seçerken- iki temel noktaya dikkat etmek zorundayız. Birincisi nasıl bir yakıt kullanabilme kabiliyetindeyse o yakıttan alacak, depomuza yanlış yakıtlar doldurmayacağız. Aynı örnekten gidecek olursak o dizel bir arabaysa benzin, benzinli bir arabaysa dizel yakıt kullanmamamız lazım. Ayrıca bazen biraz daha ince ayar yapmamız da gerekebiliyor. Mesela benzinli ama aynı zamanda kurşunsuz ve süper benzin kullanmak zorunda olan bir otomobil gibi davranmamız gerekebilen bedenler de var. Yakıt almak için ister evdeki yemek masasına oturalım, ister tatilde açık büfeye yaklaşalım, ister lokantada garsona sipariş verelim değişmiyor, seçimlerimize dikkat etmek zorundayız. Yani “depomuza nasıl bir yakıt aldığımız” ilk ve en önemli nokta.
Deponuzu ‘fullemeyin!’
DEPOMUZUN kapasitesi önemli. 100 litrelik bir depomuz varsa, ihtiyacımız yani tüketebileceğimiz kadar yakıt almalı, 200 litre yakıtla aşırıya kaçmamalıyız. Önemli bir nokta daha var... Aldığımız yakıtı yakmak zorundayız. Hele ihtiyacımızdan fazla yakıt almışsak o gün daha fazla hareket etmeliyiz. Yetişkin biri isek günde en az 5000 adım atmaya mecburuz ama ertesi sabaha “sıfır” rezervle uyanmak için adım sayımızı 7500’lere çıkarabilmeliyiz. Yukarıdaki hikâyenin nedeni sadece bu iki yanlışı tekrar tekrar yapmakla ilişkili basit bir süreç. Metabolik yapısının ne olduğunu, neleri, ne kadar, ne zaman, nelerle birlikte yemesi gerektiğini, hangi gıdalara elini sürmemesi, hangi gıdaları daha az ve dikkatli yiyip içmesinin zorunlu olduğunu öğretip pratiğini de yaptırdığımız halde dostumuz beyefendi anlattıklarımızı ve öğrendiklerini bir kenara bırakmış. Yeniden yanlış yakıtlara yönelmiş, üstelik deposuna o yakıtları fazla miktarlarda yüklemiş. Bu iki hata ile de yetinmeyip “aktivite”yi ihmal edip “yan gelip yatmayı” tercih etmiş.
Genetik mirasınızı öğrenin
ANLATMAK istediğim şey şu: Karaciğer yağlanmasından guta, damar sertliğinden hipertansiyona, şeker hastalığından uykusuzluğa, terlemeden horlamaya, dikkat dağınıklığından çarpıntıya yaşadığımız sağlık sorunlarından pek çoğunun “ne yediğimiz ve ne yaptığımız” ile birebir ilgili olduğunu unutmayalım. “Ne yiyip ne içeceğim?” sorusuna yanıt bulmak için genetik mirasımızda neler var, bu mirasın oluşturduğu mevcut durum ne, yarattığı sağlık sorunları hangileri, yaptığımız hatalar neler, yapmamız ya da yapmamamız gereken şeyler neler? Bilgilenmeye ve bunları hayatımızın bir parçası yapmaya, yani içselleştirmeye çalışalım. Her bedenin bir genetik kurguya göre şekillenip çalıştığını, her vücudun bir “kullanım kılavuzu” olduğunu hatırlayalım. Bu hayat bizim ve o bize “bizim ona nasıl davrandığımız, onu nasıl kurguladığımız, ona ne ölçüde önem verdiğimizle ilgili yanıtlar” veriyor, biz ona nasıl bakarsak o da bize öyle bakıyor, öyle yaşıyor. Bazen hasta, bazen sağlıklı. Bazen kısa, bazen uzun. Çünkü “hayat bizim ondan yaptığımız şey” değil mi zaten?..
Paylaş