Paylaş
Cami avlusuna tünemiş kumrular gibi herkes sokaklarda. Caddeler, alışveriş merkezlerinin meydanları Paris ve Milano’dakilerden farksız. Aslında dışarıdan bakınca bu güzel bir şey. Ortalık cıvıl cıvıl. Ama sokakları, caddeleri terk edip içeri girmenin zamanı çoktan geldi. Yanıldığımız nokta şu: Bu cihazların ısıttığı doğru ama sol yanınız ısınırken, sağ yanınız donuyor. Bu aletler tepenize püfür püfür sıcak üflerken, alt tarafınız donuyor. Sonrası “gelsin soğuk algınlığı, grip nezle, gitsin prostat veya boğaz şişmesi!”. Dün yine bir arkadaşım aradı (bu hafta aynı nedenle arayan üçüncü kişiydi): Evvelsi gün Asmalımescit’te, bir lokantada geç saatlere kadar bir ısıtma cihazının altına tüneyip battaniyelere sarılarak, titreye titreye yemek yemişler. Ertesi sabah boğazı ağrımaya, öksürüp aksırmaya başlamış. Cuma akşamı İstinye Park’ta Masa ve Bej’de de durum aynıydı. Benden söylemesi: Domuz gribinden ve diğer sağlık sorunlarından da korunmanın yolu her şeyden önce bedeni korumaktan geçiyor. Lütfen daha fazla ısrar etmeyelim, sokakları terk edip içeri girmenin vakti çoktan geldi.
KANSER
Neler kanseri tetikliyor?
Kanser sorununun bu kadar yaygınlaşmasının arkasında kanseri tetikleyen nedenlerin artması var. Beslenme yanlışlarımızdan hareketsizliğimize, stresimizden sigara tiryakiliğimize pek çok sebep kanseri tetikliyor. Hayatımıza yeni giren pek çok kimyasal (örneğin deodorantlar, oda kokusunu değiştiren spreyler), cep telefonları, kablosuz internet bağlantıları, gıdalarımıza karışan bazı maddeler (tarım ilaçları, hormonlar, antibiyotikler), evlerimizde kullandığımız böcek öldürücüler, mutfağımızı, banyomuzu temizlediğimiz deterjanlar, soluduğumuz havadaki egzoz gazları, fabrika atıkları, varlığı gittikçe belirginleşen radyasyon sorunu ve daha pek çok faktör kansere yakalanma olasılığımızı artırıyor. Kısacası problemin özünde hayatımızın her geçen gün doğallığını biraz daha kaybetmesi, sentetikleşip plastikleşmesi var. Aşırı ve yanlış beslenme var. Mesela gereğinden fazla yenirse veya çok fazla ateşte yakılarak pişirilirse kırmızı et, hatta kızarmış ekmek bile kanser nedeni olabiliyor. Fast food besinlerin, genetiğiyle oynanmış yiyeceklerin bedenimizde ne numaralar çevirdikleri ise şimdilik meçhul! Alkolün, kullandığımız bazı ilaçların hangileri kanserojen açıklanmıyor. Yani işimiz hiç de kolay değil. Aslına bakarsanız insan bedeni zaman zaman kanser hücresi üretiyor. Her beden yaşamı boyunca en az 5-10 kez kanser hücresi oluşturabiliyor ama sağlam bir
bağışıklık sisteminiz varsa bu hücreler daha yolun başında yok ediliyor. Bana sorarsanız kanserden korunmanın yolu doğal yaşamaktan, sentetik, plastik yiyecek kaplarından, paketlemelerden
uzaklaşmaktan geçiyor.
DOKTOR-HASTANE
Doktor mu önemli, hastane mi?
Yüksek ve güvenli bir teknolojik donanım, güçlü bir sağlık altyapısı, iyi yetişmiş yardımcı sağlık personeli ve profesyonelce planlanmış bir tıbbi organizasyon için iyi bir hastane şarttır ama kaliteli bir sağlık bakımının temel belirleyicisi iyi bir doktordur. Doktorun iyi bir eğitim alması, bilgili biri olması, analitik düşünmeye yatkın bulunması, elindeki teknolojik imkânları kullanmayı becerebilmesi önemlidir. Ama yine de iyi bir doktor olmanın ilk şartı bin yıldır hiç değişmiyor: İyi bir insan olmak! İyi bir doktor her zaman, her koşulda sizinledir. İşler iyiyken de kötüyken de hep yanınızdadır. İyi bir doktor pozitif bilimle iyi insanın mükemmel bir karışımıdır. Kısacası doktor hastaneden daha önemlidir.
GDO
Domates ve biberde de GDO var mı?
Genetiği değiştirilmiş organizmalar çok şükür henüz bizim meyve ve sebzelerimizde yok. Yani Türk domatesi, hıyarı, biberi, patlıcanı GDO içermiyor. Bizim ne muzumuz, ne elmamız, ne de armudumuzda GDO bulunmuyor. Yani bugün çarşıdan pazardan satın alacağınız sebze ve meyvelerde GDO tehlikesi söz konusu değil. Bana sorarsanız ithal muz yerine Anamur muzu, Şili elması yerine Amasya elması, Endonezya guavası yerine Ankara armudu yerseniz, bizim çiftçilerin ürettiği domates, biber, patlıcanı tercih ederseniz GDO sorunundan mümkün olduğu kadar uzak kalırsınız. Bu arada ülkemizde yetişen bezelye, fasulye, nohut, mercimekte de GDO bulunmadığını hatırlatalım.
KALP SAĞLIĞI
Grip kalp krizine neden olabilir mi?
Geçmişinde kalp damar hastalığı olanların grip geçirmeleri halinde yeni bir kalp kriziyle karşılaşma ihtimalleri artıyor. Yani grip kalp krizini tetikliyor. Araştırmalar bu sorunun sadece kalp hastalarını ilgilendirmediğini, yaşı ellinin üzerinde ve kalp damarları problemli herkeste grip ataklarının kalp krizi olasılığını arttırdığını gösteriyor. Bu muhtemelen gribin yarattığı iltihabi süreçlerle ilgili bir durum ama nedeni henüz tam olarak açıklanabilmiş değil. Eğer kalp hastasıysanız, by-pass uygulanmış, stent takılmış biriyseniz gribe karşı daha ciddi bir koruma duvarı örmenizde fayda var ama bu istatistiksel bir veri ve kalp sorunu olan herkesin gripten korunmak için grip aşısı yaptırması anlamına gelmiyor. Yani sokaklara “Grip aşısı ol kalbini koru!” gibi kampanya ilanları asmak sadece bizim ülkemizde rastlanan bir durum. Olağan grip aşısının bu kadar pahalı fiyatlarla ihtiyacı olan olmayan herkese kalplere korku salarak yapılmaya çalışılması doğru bir yaklaşım değil.
GIDA İNTOLERANSI
Besin alerjisi testleri işe yarıyor mu?
Ne alerji ve dahiliye uzmanları, ne de beslenme uzmanları ve klinik biyokimyacılar bu testlerin işe yaradığı kanısında değiller, bu nedenle de kullanmıyorlar. Yani bu testlerin sonuçlarına bakarak “Gazınızın, şişkinliğinizin, baş ağrınızın, bulantınızın, ödeminizin nedeni şu besindir!” demek doğru değil. Özellikle kilo sorunu olanların “Acaba yediğim bazı besinlere karşı tolerans bozukluğumun bulunması nedeniyle mi kolay kilo alıyorum?” gibi bir yola sokulmaları, sonra da besin intoleransı testi diye pazarlanan bu testleri yaptırıp “Şu, şu gıdalara karşı toleranssızlık sorununuz var, bu gıdaları yemezseniz daha olay kilo verirsiniz” şeklinde yönlendirilmeleri doğru değil. Böyle bir yönlendirme yapıp kilolu insanların masrafa sokulmaları, hele hele bu iş için beslenme ve diyet uzmanlarının da devreye sokulması ayrı bir hata. Bu testlerin hiçbiri bilimsel olarak güvenli bulunmadıkları için üniversite ve Sağlık Bakanlığı hastanelerinde, ciddi laboratuvarlarda uygulanmıyor. Kısacası alerji uzmanları da, beslenme uzmanları da bu testlerin güvenilirliğine ya da işe yaradıklarına inanmıyor.
BİR TEST
Şeker yükleme testinin riski var mı?
Şeker hastalığını erken dönemde yakalama ve insülin direnci sorununu teşhiste çok değerli bir test olan şeker yükleme testi (OGTT) çoğu hasta tarafından sağlığa zararlı bir uygulama gibi kabul ediliyor. Hatta bazı hastalarımız işi bu testi reddetmeye kadar götürüyor. Oysa şeker yükleme testinin sağlık yönünden hiçbir sakıncası yok. Biz hipoglisemi ünitemizde, Şeker Yükleme Testi’ni gizli şeker ya da şeker adayı durumunda olanlarla, insülin direnci problemi olduğunu düşündüğümüz kilo sorunu yaşayanlara mutlaka uyguluyoruz. Şeker yükleme testini HDL kolesterolü 35’in altında bulunanlara, trigliserid seviyesi 250 miligramı geçenlere de uygulamak doğru bir yaklaşım.
Paylaş