Paylaş
Sağlığına bizim kadar zarar veren, aynı hataları tekrarlayıp duran bizim gibi bir millet zor bulunur. Bu hatalardan birini de antibiyotik kullanımında yapıyoruz. Resmen “kendi kendimize kurşun sıkıyor” ve “kaş yapayım derken göz çıkarıyoruz”. Üstelik bu işi doktoru, eczacısı, hastası, ilaç üretici ve denetleyicisi hep birlikte yapıyoruz. Ne mi oluyor? Her yıl milyarlarca liramız boşa gidiyor. Her yıl binlerce insanımızın karaciğeri, böbreği, kemik iliği iflas ediyor. Her yıl bir başka antibiyotiğe karşı “direnç sorunu” gelişiyor.
Evet, bu pazartesi konumuz “antibiyotik suiistimali” dir. Bugün bu “kara tablo”yu masaya yatırıp sorunu on maddede özetlemeye çalışacağız. Buyurun…
BAĞIŞIKLIĞI ZAYIFLATIYOR
Bağırsaklarımızda yaşayan probiyotik bakteriler sağlığımızın da en büyük güvenceleri. Probiyotikler “faydalı ve dost bakteriler”. Bağırsaklardaki “iyi-kötü bakteri dengesi”ni korumak onların görevi. Denge bozulduğunda sindirim sistemi alarm vermeye başlıyor. Antibiyotiklerin önemli bir bölümü ise vücuda girer girmez önce bu bakterileri yok ediyor. Neticede “iyi kötü dengesi” bozuluyor. Bağışıklık sistemi çöküyor. Antibiyotik kullananlarda sık görülen ishallerin, mantar enfeksiyonlarının, antibiyotik kullanımı sonrasında ortaya çıkan bağışıklık problemlerinin nedeni de bu zaten.
KARACİĞERE, BÖBREĞE ZARAR
Antibiyotiklerin içindeki kimyasal maddelerin de çoğu toksik olabilen moleküller. Neredeyse her üç antibiyotikten biri karaciğer ve böbreğe zarar verebiliyor. Neticede gereksiz yere kullanılan bir antibiyotik karaciğer ve böbreğe sıkılan kurşun anlamına da gelebiliyor.
KEMİK İLİĞİNİ BOZABİLİYOR
Antibiyotiklerin bazıları kemik iliğinde üretilen farklı hücrelerin üretimini de baskılayabiliyor. Neticede kansızlık, kanama eğilimi ve ağır bağışıklık yetersizliği ortaya çıkıyor. Ayrıca kulağa, göze, kalbe, akciğere zarar verebilen, dişi, kemiği bozabilen antibiyotikler de var.
SÜPER ENFEKSİYONLAR
Vücudun kendi kendine yenebileceği basit bir enfeksiyonda bile antibiyotik kullandığınızda o enfeksiyonu takiben çok daha ağır enfeksiyonların ortaya çıkması da muhtemel bir gelişme. Örneğin sıradan bir üst solunum yolu enfeksiyonunda kullandığınız antibiyotiğin faturası size 1-2 hafta sonra patlayan yeni bir kulak iltihabı, sinüs apsesi ya da zatürree olabiliyor.
BÜYÜMEYİ ENGELLİYOR
Antibiyotikler en çok çocuklarımıza zarar veriyor ve maalesef en fazla suiistimal de çocuklar hastalandığında yapılıyor. Oysa antibiyotik kullanan çocuklar daha yavaş gelişiyor, geç büyüyor, güçsüz oluyor. Direnç sistemleri zayıf kalıyor. Daha sık hastalanıyor, iştahsız, keyifsiz, mutsuz büyüyorlar.
DİRENÇ SORUNU ÇOK ÖNEMLİ
Antibiyotik direnci gereksiz antibiyotik kullanımın en korkulan sonucu ve biz bu konuda en kötü sicile sahip ülkelerden biriyiz. Direnç sorunu nedeniyle çoğumuz zaten boş yere antibiyotik yutuyoruz. Daha da önemlisi sonradan gelişebilecek enfeksiyonları tedavi edebilecek gerçek silahlardan da yoksun kalıyoruz. Yarın ciddi bir salgın hastalık çıksa elimiz kolumuz bağlı seyretmek zorunda kalacağız.
BİLGİSİZLİK VE İLGİSİZLİKTE ISRAR
Antibiyotiklerin her mikrobu yok edebileceğini zannediyoruz. Oysa bunlar sadece bakteri enfeksiyonlarında işe yarayabilen –o da kesin değil- ilaçlar. Virüs ve mantar enfeksiyonlarında ise hiçbir etkileri yok. Ayrıca her bakteri enfeksiyonunda etkili olabilen herhangi bir antibiyotik de mevcut değil, birinde etkili olan diğerinde hiçbir işe yarayamayabiliyor. Soğuk algınlığı, nezle, grip, herhangi bir nedenle ortaya çıkan ateş yükselmelerini bile antibiyotikle çözme cahilliğinden ise hala ve bir türlü –nedense- vazgeçmiyoruz.
DOKTORLARIMIZ HATA YAPTILAR
Biz doktorlar da sık ve gereksiz antibiyotik yazma konusunda hatalıyız. Gereksiz olduğunu bile bile, bazen “ya tedavi edemezsem?” korkusuyla, bazen de hastaların etkisinde kalarak reçetelerimizde antibiyotiklere çok sık yer veriyoruz. Doktor reçetelerinde antibiyotiğe yer verme oranları araştırılsa biz ülke olarak ilk ona rahatlıkla girer, şampiyonluğa bile oynarız! Koruyucu antibiyotik tedavisi yapan, “sizde zatürree başlangıcı var” diyip gereksiz yere antibiyotik kullanan, gördüğü her ateşli enfeksiyonu antibiyotikle iyileştirmeye çalışan, verdiği antibiyotiklerin yan etkilerini izlemeyi, hastalarını bilgilendirmeyi ihmal eden de biziz. Çok daha önemlisi antibiyotik etkinlik araştırması yapmadan, “antibiyogram testi ve direnç analizlerini” görmeden antibiyotik yazabiliyoruz. Bunların hepsi affedilmez hatalar.
YÖNETİCİLERİMİZ GEÇ KALDILAR
Dünyanın gelişmiş hiçbir ülkesinde antibiyotikler reçetesiz satılmaz, satılamaz. Böyle bir uygulamayı yakalayan her sağlık otoritesi cezayı anında keser. Bizim ülkemizde ise yıllarca önüne gelen arzu ettiği her antibiyotiği istediği her eczaneden, istediği kadar alabildi. Ekmeğin, suyun bile nasıl, hangi koşullarda satıldığını denetleyen resmi otoriteler sıra antibiyotiğe gelince yeteri kadar dikkatli davranmadı. Birkaç ay öncesine kadar da uygulama hep böyle oldu. Şimdi kontroller biraz sıklaştı ama hala yeteri olduğu söylenemez.
ECZACILARIMIZ DUYARLI OLMADILAR
Tamam, doktorlarımız biraz dikkatsiz davranıyor. Tamam, sağlık bakanlığımız gerekli kontrollerini yapmıyor. Tamam, hastalarımız her ateşli hastalığın antibiyotikle çözümleneceğini sanıyor. Peki, bu antibiyotikler nerede satılıyor? Eczanelerde. Peki, eczacılarımız bu ilaçları her isteyene neden veriyor? İlaçların üzerinde “reçetesiz satılamaz” diye yazmıyor mu? Kısacası antibiyotik kullanımını sınırlama, bilinçli antibiyotik kullanımı söz konusu olduğunda eczacılarımıza da çok iş düşüyor. Netice şu: “ANTİBİYOTİK BİLİNÇLENDİRME” kampanyası aralıksız sürdürülmeli, kampanyaların merkezi ECZANELER ve DOKTOR OFİSLERİ olmalıdır.
Bunlar azalırsa depresyon artar
Depresyon ruhsal bir sorun. Bundan kimsenin şüphesi yok. Ama arkasında kimyasal bazı süreçlerin olduğu da kesin. Ayrıca bazı vitamin ve mineraller azalıp bazı besinsel unsurlar eksilince de ona yakalanmanız kolaylaşıyor. Mesela mı? D vitamini eksikliği depresyonla ilişkilendirilen bir sorun. Yeteri kadar güneşlenen ve D vitamini stoklayanlarda beyinde serotonin seviyeleri daha yüksek. Onların kış depresyonuna girme ihtimalleri daha az. Omega-3 eksikliği, özellikle DHA’nın noksanlığı da önemli bir depresyon nedeni. Doğum sonrası dönemde ortaya çıkan ağır depresyonları DHA eksikliğiyle ilişkilendirenler var. Şaşırtıcı da değil.
PEKİ NELER YİYELİM
Beynimiz çok yağlı bir doku. İçi neredeyse tıka basa yağ dolu, %60’ı yağ. Bu yağların da en az üçte ikisini omega-3 ve omega-6’lar oluşturuyor ve birçok çalışmada depresyonlularda EPA’nın özellikle de DHA’nın düşük olduğu gösterilmiş. Bitmedi, depresyonla ilişkilendirilen başka şeyler de var. Demiriniz eksilince de depresyona yakalanma ihtimaliniz artıyor. B 12’niz, folik asidiniz, B6’nız azaldığında da aynı tehditle karşılaşma ihtimaliniz var. Özetle depresyona yakalanıp yakalanmamanız da ağzınıza aldığınız lokmaların içeriği ile yakından ilişkili. Balık, semizotu ve diğer yeşil sebzelere, yumurta ve süt ürünlerine, kırmızı ete, ceviz-fındık, yer fıstığı-badem ekibine sofralarda daha sık yer vermemiz lazım.
Paylaş