Şiddetin beslediği aşk

Fatih Akın'ın Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanan Duvara Karşı filminin yüzeysel bir yorumlama ile, Almanya’daki ikinci kuşağın uyumsuzluğunu anlattığı söylenebilir.

Oysa filmin bu tanımlamayı aşan pek çok yönü var. Öne çıkan duygu varoluşlarını yargılayan iki insanın aşkı şiddette bulması.

Duvara Karşı’nın ilk karesinde smokinli sazcılar eşliğinde, 1930’ların havasını veren bir solistin şarkılarını dinledim.

Birdenbire Alain Robbe-Grillet’in L’Immortelle (Ölümsüz) filmini anımsadım. Onun da başında, İstanbul’da Yedikule Surları gözükürken, Müzeyyen Senar’ın söylediği ‘Oy farfara farfara’ tekrarlı şarkısı çalıyordu.

Cahit ile Sibel, sadece Almanya’da yaşadıkları için değil -bu da belirleyici bir unsur olmasına rağmen- yaradılıştan, kendisiyle ve toplumla uyuşmayan kimlikleri yüzünden tedirgin, diken üstünde bir hayat sürüyorlar.

Göstermelik evlilik, Sibel’i aile baskısından kurtaracaktır ama Cahit’te bir şeyi değiştirmeyecektir.

Ancak varoluşçu bir filozofun dediği gibi, iki yalnız, iki tedirgin kişi aşkı da birbirlerinde bulacaklardır. Her şeyde olduğu gibi şiddeti de bu aşkın içinde yaşıyorlar.

O ortamda, Fatih Akın şiddetin estetiğini başarıyla yaratmış. Yer yer melodrama düşecek konuları, bundan ustaca kurtarmış.

Bölümler arasında saz takımının çalması, seyirciyi hem önceki bölümden kurtarıyor hem de yeni bölüme hazırlıyor. Ondan da ötesi bir tür yabançılaştırma efektini de müzik üstleniyor.

Seçilen parçalar çok uygun zaten, genelde de müzik çok iyi seçilmiş, düzenlenmiş.

Duvara Karşı’da Birol Ünel’in üstün oyunculuğunu gözden kaçırmayın. Tutunamayanlar’dan biri olduğunu seyirciye öylesine iyi aktarıyor ki.

Gerçek tavır, sanatın süzgecinden geçip sinemaya yansıtıldığında etkileyiciliğini artırıyor.

Duvara Karşı, iyi, seyredilmesi gereken bir film.
Yazarın Tüm Yazıları