BİRAZ geç kalsam da sonunda izleme fırsatı buldum Gönül Yarası’nı. Peşini de asla bırakmazdım zaten.
Filmde Timuçin Esen’in canlandırdığı saplantılı karakterin sevdiği kadının peşini bırakmayışı gibi nerede gösterilse oraya mutlaka giderdim.
Her şeyden önce Yavuz Turgul-Şener Şen ikilisinin benim nezdimde sonsuz kredisi vardır. Eşkıya’yı da sevmiştim ama asıl beni etkileyen çalışmaları Muhsin Bey olmuştu.
Hiç yüzümü kara çıkarmadılar şimdiye kadar.
Gönül Yarası da çektikleri çıtayı aşağıya indirmeyen bir film olmuş.
Doğu’da öğretmenlik yapan ve 15 yıl aradan sonra ancak emekli olunca İstanbul’a dönen Nazım (Şener Şen) ile pavyonlarda şarkıcılık yapan Dünya’nın (Meltem Cumbul) ‘vicdan’ kavşağında yollarının kesişmesinin hikayesi.
İdealist bir öğretmen Nazım. Bütün hayatını eğitimini üstlendiği çocuklara adamış ama bunu yaparken kendi çocuklarını ihmal etmiş. Bedel olarak da yalnızlık kalmış kendisine. Oğlunun adı Memet, kızınınki ise Piraye. İsimler bile onun dünyasının şifrelerini veriyor seyirciye.
Psikopat ve alkolik kocasından kaçan Dünya’ya yardım etmesi sadece bir acıma duygusu olabilir mi?
Filmin ilk yarısı ağır bir tempoda gitse de klasik Yeşilçam melodramlarına göndermelerle dolu ikinci yarı hayli sürükleyici.
En çok hoşuma giden sahne ise bir türkü barda Kürtçe türküye ağlayan Dünya’nın, Nazım’ın; ‘Kürtçe bilmiyorsun ki niye ağlıyorsun bu türküye’ sorusuna verdiği cevap oldu.
‘Bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmeye gerek yok ki.’