FATİH AKIN’ın İstanbul Hatırası-Crossing the Bridge filmini önyargılardan arınıp seyredin.
Çünkü İstanbul’da yaşayan biri, buranın müziği bu mu diyebilir, sokak çalgıcılarından başka birisi yok mu diye isyan edebilir, bu şehirde başkaları yaşamıyor mu soruları kafanızda dolaşıp durabilir.
Önce bir hatırlatmada bulunmalıyım. Fatih Akın’ın başka filmlerini görmediyseniz, onun Türkiye’ye hatta dünyaya bakışını bilmiyorsanız, Alman ve Türk kimliği içindeki gelgitler konusunda bilgi sahibi değilseniz filmi zor beğenirsiniz.
Belki okur şunu düşünebilir: Her film için bu kadar ön çalışma gerekirse kimse sinemaya gitmezdi. Ben meraklı seyirciyi uyarayım diye bunları yazdım. İstanbul Hatırası’nı eleştirirken, ölçütlerini bulabilsin istedim.
Beyoğlu’nun arka sokakları, sokak çalgıcıları, sokağa ve insana dair felsefe kırıntıları ilginizi çekerse, İstanbul’un bir de bu yanını öğreneyim derseniz, size ilgi çekici gelebilir.
Ne var ki, İstanbul’u sadece çökük yüzüyle, morarmaya başlamış gözaltlarıyla göstermenin eksikliği beni rahatsız etti doğrusu.
Müzik türleri İstanbul’un sesi mi? Çünkü soundtrack’in kapağında ayrıca İstanbul’un Sedası yazılmış.
Varoşlardaki bütün meyhanelerde çalınan müzik, İstanbul’un ses haritasının en büyük adası mı? Basında daha çok İstanbul’un müzikal haritası şeklinde anlatıldı. Hayır. İstanbul’un underground katmanlarındaki fon müziğini daha çok veriyor film. Yurtdışındakilerden farkı ise, bütün farklı türlerine rağmen hepsinin Türkçe yapılıyor olması. Burada insan İstanbul’un Doğu’da mı, Batı’da mı olduğunu kestiremiyor. Tam arası, gerçek bir köprü aslında.
Bir Alman basçıya, Keşan’daki bir düğün şaşırtıcı gelebilir.
İstanbul Hatırası’na biraz daha yumuşak mı yaklaşmalı? Birisi de böyle görmüş deyip geçmeli mi? Arkasında bir felsefe vardır deyip seyirciyi buraya mı yönlendirmeli?
Fatih Akın, önemli bir yönetmendir, üstelik bizim ülkemiz üzerine de düşünüyor. Bu gerekçe bile filmi seyretmemizi zorunlu kılıyor.