Öylesine güçlü bir beste ki Bizet’nin Carmen operası, pek çok kişi hikayesini sadece oradan biliyor.
Ama yönetmen Vincente Aranda ateşli Çingeneyi operadan kaçırıp gerçek hikayesiyle çıkartıyor karşımıza bu kez.
Prosper Merimee’nin kitabına sadık kalarak -ufak tefek, özü değiştirmeyecek farklar olsa da- beyazperdeye aktarmış Carmen’in hikayesini Aranda.
Konu malum olduğu üzere oldukça evrensel. Carmen’in aşkının yakıcı ateşiyle kavrulan çavuş Don Jose’nin dramı.
Yaşanmış örnekleri saymakla bitmeyecek bir konu. Operada müziğin ve sahneleme imkanlarının dahilinde biraz olsun yumuşatılan hikaye bütün gerçekliği ile yansıyor perdeye.
1830’lu yılların İspanyası’nda bir tütün fabrikasında çalışan Carmen, çavuş Don Jose’yi kendine aşık ediyor önce. Amaç kaçakçılık yapan kocasına bağlı çetenin işlerini kolaylaştırmak.
Zavallı Don Jose bütün aşk tutkunları gibi hayatını bu uğurda mahvediyor. Rütbeleri sökülüyor, cinayet işleyip Carmen’in dağdaki çetesine katılıyor. Ne yaparsa yapsın, ele avuca sığmaz Carmen’i kendine bağlayamıyor ve bildiğiniz son geliyor.
Ne garip, filmin sonunu yazıp yazmama gibi bir derdiniz yok burada. Evet Don Jose Carmen’i öldürüyor ama bunu zaten biliyorsunuz.
Carmen pek çok kez filme çekildi. En ünlülerinden ve benim en çok sevdiklerimden biri de Carlos Saura’nınkiydi. Ama o da bir müzikaldi.
Filmi izlerken zaman zaman Bizet’nin notaları yankılanıyor insanın kulağında ama filmin müzikleri de gerçekten güzel.
Don Jose bir yana da, Carmen’i canlandıran Leonardo Sbaraglia mükemmeldi. Bundan sonra izlediğim bütün Carmen temsillerinde hep onun yüzünü arayacağım.