GÖKLERİN HAKİMİ (The Aviator), gerçek bir maceraperest olan Howard Hughes’un gelgitlerle dolu yaşamını anlatıyor.
Zirveden en dibe kadar inebilen, keskin tarafları olan yaşamı içinde maraziye varan tutkularının peşinde olan Hughes aslında roman karakteri olacak birisi izlenimi uyandırıyor.
Sinemaya, uçmaya, başarıya, mükemmele olan bağlılığı, belki filmi ilgi çekici kılan özelliği. Leonardo DiCaprio’nun da çoğunlukla başarılı oyunu ve mimiklerdeki detayı bile verebilmesi artıları içinde başı çekiyor.
Hughes’un en büyük tutkusu havacılık ve bu uğurda, hayatından bile vazgeçmeye hazır bir insan, çocukluğunda annesinin etkisiyle ortaya çıkan titizlik hastalığı ise karakterindeki maraziliği en iyi açıklayan unsur gibi geliyor.
Amerikan havacılık tarihinde önemli bir yeri olan Hughes’un hayatının yanında anlatılan havacılık tarihi ve dönen dolaplar da filmde işlenen unsurlar içinde. Martin Scursese bunu New York Çeteleri filminde de alttan alta işlemişti ancak anlayamadığım bu kadar süre içinde böyle mesajları neden çok kısa bir zamana sıkıştırıp, diğer konularda da tempoyu monotona vardıracak kadar tekrara gitmesi. Zira senatörün aslında bir özel şirket uşağı olduğu anlaşılıyor ama o kadar.
Howard Hughes görkemli, her alanda birinci olmayı seven, bu uğurda yaşamı hiçe sayan biri. Daha çocukluğunda gelecek yolunu kendisi için çiziyor. Her şeyin ilkini ve en büyüğünü başarabilmek tutkusu. Hughes çocukluk hayalinin peşinden hayatı pahasına ilerleyip bunu gerçekleştiriyor, bakalım Scorsese peşinden koştuğu Oscar hayalini bu sefer gerçekleştirebilecek mi?