Paylaş
Güney ailesi dava açacağını açıkladı...
Böyle durumlarda bir taraf genelde sessiz kalırdı...
Farah kalmadı...
“Hâkimi vurmak yok ama” diye bir tweet attı geçen akşam.
Off off...
Off çünkü bazı şeyler aradan yıllar geçse de unutulmuyor, silinmiyor hafızalardan.
Yılmaz Güney de öyle. Hem yeteneği konuşuluyor evet hem de şiddete olan meyli...
Demem o ki, bu tartışma kimseye bir şey kazandırmayacak.
Farah fikrinin arkasında durdukça aile de ona saldırmaya devam edecek.
Hani çok karışmak istemem ama uzatmasalar mı acaba?
‘En kötüsü’ hep böyle başlar
Yani yazık diyorum bazen...
Üzülüyorum...
Kadınlarımızın geldikleri hallere, maruz kaldıkları durumlara canım çok sıkılıyor. Bazen de diyorum ki, kendi tercihleri, yaşayarak görsünler. İnternette dolaşırken Tuğçe Tayfur’un eşiyle paylaşımını gördüm.
Kaldı ki neden her şeyi sosyal medyada paylaşırsın, o da ayrı...
Neyse...
O paylaşımda eşi diyor ki, “Klip konusunu düşünmem gerekir. Şarkı da çıkarabilirsin ama sahne yok!”
İmza attın diye, eşin oldu diye sana o hakkı kim verdi...
Sahnede tanıdığı, şarkıcı olarak evlendiği birine “Sahneye çıkmayacaksın” demek garip değil mi...
Şarkı çıkarabilirmiş ama sahne yokmuş...
Klip konusunda da düşünecekmiş beyefendi.
Bilinen şeyleri tekrar akıllara getirmek istemem ama hep böyle başlar sonu iyi bitmez hikayenin...
Sonra kadın şarkı söyleyince “ahlaksız”, sahneye çıkınca “namussuz” olur.
Günün sonunda “Bana ve aileme yakışmayan hareketler yaptı hâkim bey” derken görürüz...
Aman diyorum!
Zalimsiniz
Amerikalı bir boşanma avukatı, duruşmalarında uyguladığı taktiği açıklamış.
Davalara giderken kadın müvekkilleri için ajanslardan ‘seksi erkek model’ kiralıyormuş avukat.
Kadınların yeni sevgilisi gibi davranan modelleri, eski eşleri kudurtmak için tuttuğunu ve bu sayede öfke kontrolleri olup olmadığını mahkemede hâkimin de görmesini sağladığını açıklamış o avukat.
E ama yok artık!
Avukata göre bu sayede erkekler anlaşmaya ve uzlaşmaya daha yatkın hale geliyorlarmış.
Belki Amerikalı erkekler böyle bir durumda yelkenleri suya indirip “Eski eşim benden daha iyisini bulmuş, yandık, ben en iyisi pes edeyim” diyordur da Türk erkekleri böyle davranmaz.
Bunu okuyup “Acaba mı?” diyen boşanma avukatlarımız varsa hemen silsinler bu düşünceyi akıllarından, hemen.
Sözü söyleyen onlar olunca
Semiramis Pekkan demiş ki, “Saçımı haftada bir yıkarım”...
Sonra tam aksi açıklamalar yapanlar oldu tabii.
Hatta profesörlerden bazıları “Haftada bir çok az, en az haftada iki yıkamayı tavsiye diyoruz” demiş.
Yani profesörlere, konunun uzmanlarına sözü bırakıp, üzerine laf söylenmez normalde ama karşımızdaki de Semiramis Pekkan be... Söz konusu güzellik, sağlıklı yaşam, bakım olunca sözünün üzerine söz söylemek gelmiyor nedense içimden.
Hani dese ki “Saçı ayda bir yıkayın, yüzünüzü 3 ayda bir”, eyvallah deyip uygulayacağım öyle bir his...
Dövme pişmanlıktır
Ben bu dövme yaptırma işine oldum olası mesafeliyim. Hatta Celal Şengör hocanın “Ben kâğıt mıyım, neden üzerime yazı yazdırayım” yorumunu da çok beğenmiştim.
Mesafeliyim ama sevdiğim bir dövmeyi yarın öbür gün yaptırabilirim.
Ama bir arkadaşın ismini dövme yaptırmaya karşıyım, net.
Bu olmaz.
Çat diye ayrılırsan ne yapacaksın?
Çok örneğini gördük.
Mesela Ceyda Düvenci eşinin adının baş harfini dövme yaptırmış. ‘B’ yazıyormuş bileğinde.
Boşanınca ‘B’yi ‘Believe’ yani ‘İnanmak’ kelimesiyle değiştirmiş.
Ucuz atlatmış Ceyda...
Mantıklı bir kelime bulup değiştirmeyi başarmış.
Ya bulamasaydı?
Böyle durumlarda üç alternatif var.
Ya aynı harfle başlayan yeni bir sevgili bulacaksın, ya baş harfin yanına birkaç harf ekleyerek mantıklı bir kelime haline getireceksin, en olmadı sildireceksin (ki o da çok zahmetli).
Ama hiçbir şey yaptırmazsanız böyle sorunlarınız da olmaz.
Kısaca, sevgiliyi vücuda kazıtmak pişmanlıktır.
Paylaş