Paylaş
Ankara'da 100 insanımızın canına mal olan saldırıyı, Suriye batağının üzerimize sıçraması, bizi giderek etkisi altına alması olarak okumak mümkün.
Önce yanlışlardan başlayalım: Hükümet (ya da devlet) Suriye Kürtleriyle ilişki konusunda istikrarlı bir siyaset izleyemedi. Bölgeye egemen Kürt örgütü PYD'nin yetkili isimleriyle, zaman zaman uzlaşma görüşmeleri, zaman zaman ise düşmanlığa varan, inişli çıkışlı bir ilişki yaşandı. PYD'nin bölgedeki diğer Kürt gruplarına kötü davrandığı, onları yok etmeye yöneldiği yönünde saptamalar yapan AK Parti iktidarı, Suriye'deki muhtemel Kürt oluşumunu (bence baştan hatalı şekilde) "kırmızı çizgi" olarak ilan etti.
Çözüm süreci Türkiye'de sürerken, diyalog ve müzakere imkanları aranırken, Türkiye Kürtleriyle güçlü bağları olan PYD'nin (bazı hallerde) düşman ilan edilmesi, sürecin ruhuna da aykırıydı. Bir başka ülkenin sınırları içindeki oluşumlara böylesine müdahaleci yaklaşılmasının yanlışlığının ötesinde, bu yaklaşımlar Türkiyeli Kürtler üzerinde olumsuz etki yaratıyor. Kobani direnişi, bu açıdan bir kırılma noktası oldu.
Suriye politikasının diğer bir sorunlu yönü ise, muhaliflere verilen desteğin biçimi ve dozuydu. Başlarda Batı ile birlikte hareket ediliyordu. Ancak Batı bir aşamadan sonra muhaliflere desteği keserek tutum değiştirdi, Türkiye bu sahada yalnızlaştı.
Yalnızlaşma, Türkiye'nin daha sert bir dil kullanmasını beraberinde getirdi. Türkiye’den gelen askeri/siyasi destek, Suriyeli muhalifler içindeki ayrışma nedeniyle, radikal örgütlerin de eline geçti. Türkiye’nin bu alanda Batı’yla kopuşu giderek derinleşti. Batı, Suriye konusunda seyirci rolünü tercih ediyor gibiydi.
"Esad gitsin"e odaklı dış politikanın, artık çok da gerçekçi tarafı kalmamıştı.
Olumlu yaklaşımlar
AK Parti iktidarının yerinde siyasetlerinden birisi, Irak'taki Şii Maliki yönetiminin yanlışlıklarına vurgu yapmasıydı. Maliki'nin Sünnilere düşmanca davranması konusunda, ABD başta olmak üzere Batı'yı uyarmasıydı.
Irak'ta Sünnilere yapılan acımasız baskı, bu kesim içinde radikal öfkeyi artırdı. IŞİD, adım adım bölgedeki Sünni kesim içinde yaygınlık kazandı… Maliki sonunda devrildi, ama artık iş işten geçmişti. Bölge kaosa sürüklenmişti. Tabii şu da tablonun bir diğer boyutu: Batı'nın Şii tercihi nedeniyle Bağdat'ta artık İran'ın borusu ötüyor.
Türkiye'nin yerinde kararlarından biri de, Suriye içine bir kara harekatı yapması yönündeki baskılara direnmesiydi. Kobani Krizi sırasında, ABD'den gelen çağrılara rağmen, müdahalenin dışında kalındı.
Yaşanan faciayı (Suriyeli göçmenlerin sınıra dayanmasını) Türkiye'nin politikalarının sonucu olarak gösteren değerlendirmeleri, haksız buluyorum. Türkiye hiçbir zaman “asıl karar verici ülke” olmadı. ABD ve Rusya arasındaki sarkaçta ikincil bir güç olunması nedeniyle, süreci yönlendirecek bir rol oynanması mümkün değildi.
Bundan sonrası
Esad kalsa da, kalmasa da, artık eski “Suriye Devleti”nden söz edilemez. Belli ki etnik ve mezhebi özelliklere bağlı olarak bir yeni yapılanma söz konusu olacak. Sürecin mağdur kitlelerinden birini, Sünniler oluşturuyor. IŞİD’in onların ürünü olması bir paradoks.
Şiiler ve Kürtler açısından, durum biraz daha anlaşılabilir gibi görünüyor. Bağdat'taki Şii hakimiyeti, Şam'daki Esad rejimiyle paralel hareket ediyor. Yanlarında Lübnan Hizbullah'ı ve tabii bir büyük devlet olarak İran var. Daha büyük bir devlet olarak da Rusya.
Kürtler ise, Batı'nın desteğini alıyorlar. Özellikle IŞİD'le mücadelede bir kara gücü olarak önemseniyorlar. PYD, ABD'den destek aldığını açıkladı.
Türkiye PYD ilişkisi
Türkiye, son gelişmelerde en sert tepkiyi PYD'ye gösteriyor. "PYD terör örgütüdür" vurgusu, sürekli tekrarlanıyor. Batı'nın buna pek aldırış ettiği söylenemez.
Ankara'nın PYD'ye artan öfkesinin bir nedeni, PKK ile son dönemde girişilen ağır silahlı çatışma. PKK, 7 Haziran'dan bu yana tam anlamıyla bir savaş yürütüyor ve bu savaşı daha da yaygınlaştırabileceği tehdidinde bulunuyor. Suriye benzeri kantonal yönetimler kurma hedefi içinde olduğu yönünde bir izlenim veriyor.
Değişmesi gerekiyor
Türkiye'nin birinci aşamada PYD konusunda bir siyasi netleşmeye ihtiyacı bulunuyor. Rojova'nın bir özerk bölge olarak kalıcılaşması konusunda Batı'da bir iradenin ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu Ankara'yı endişelendiriyor. PKK'nin giriştiği "özyönetim" denemelerinden kaygılanan Türkiye, Kürtlerde oluşması muhtemel bir kopuş sürecinin krizini yaşıyor.
Rojova gerçeğinin kabullenmek
Suriye sınırları içindeki oluşuma, büyük bir etki yapmak, o kadar kolay görünmüyor. Sonuç olarak, Kürtler homojen yapılarıyla bir yönetim biçimi oluşturabiliyorlar. Batı da bunu olumlu karşılıyor.
Türkiye'nin bu noktada şunu yapması mümkün olabilir, olabilmeli: PKK'nın ateşkesini, yeni bir değişim imkanı olarak kullanarak, "kırmızı çizgi" siyasetine son vermek… Zaten gösterilen onca tepkiye rağmen PYD bir meşru zemin yarattı. Ayrıca PYD ile olan gerginlik, Türkiye'nin içindeki Kürtlere de sıçrıyor ve duygusal kopuşu yoğunlaştırıcı rol oynuyor.
Suriye krizini de, iç çatışma ortamımızı da sağlıklı bir dönüşüm içine sokabilmek için, öncelikle Kürtlerle yeni bir siyasi ortaklık yaratabiliriz, yaratabilmeliyiz... Kendi Kürtlerimiz ve Suriye Kürtleriyle yeni baştan konuşarak, yeni bir anlaşmaya giderek, birbirimizi anlama zemini arayabiliriz, arayabilmeliyiz.
Krizi Kürtlerle birlikte aşabilecek bir perspektifle, durumu yeniden gözden geçirmek gerekiyor.
Paylaş