Paylaş
Doğma büyüme Diyarbakırlı olan ve halen bu şehirde yaşayan akademisyen, yazar Vahap Coşkun; Diyarbakır'ın Sur ilçesindeki "özyönetim" uygulamasının yarattığı manzarayı, somut olgulara dayanarak anlatıyor.
“Hendeğin arkası” başlıklı yazısında Vahap, halkın mağduriyeti ve çaresizleşmesine vurgu yaparak, bir avukat arkadaşının değerlendirmesini aktarıyor: "Kendisi zorunlu göç mağduru olmuş çok sayıda ailenin avukatlığını yaptı, onları yakından biliyor. 1990’larda devlet köyleri boşalttığında, insanları zorunlu göçe mahkûm ettiğinde daha sonra neyle karşılaşacağını düşünmüyordu. ‘Çıksınlar da nereye giderlerse gitsinler, ne yaparlarsa yapsınlar’ havasındaydı. Şimdi PKK de aynı tavrı gösteriyor. Ama bugün evinden edilenler yarın PKK’ye sıkıntı çıkaracak. Bu, kesin.”
Vahap Coşkun bir yıl önceki duruma göre tablonun nasıl değiştiğine şöyle dikkat çekiyor: "Her şey payını alıyor şiddetten. Bir yıl önce Diyarbekir’de tatlı bir telaş vardı. Belediyesiyle, valiliğiyle, sivil toplum kuruluşlarıyla bütün bir şehir Hevsel Bahçelerinin ve Surların UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınması için yekvücut bir halde çaba sarf ediyordu. Nihayetinde Hevsel ve Surlar, listeye girdi. Diyarbekirliler bundan onore oldu. Ekonomiye ve turizme büyük bir canlılık gelecekti.
Ne var ki hendekler kısa sürede bütün beklentileri yuttu. Bugün bir açık hava müzesini andıran eski Diyarbekir ateş altında. Camiler, kiliseler, müzeler, hanlar Rahmetli Tahir Elçi, Dört Ayaklı Minare’ye siper etmişti kendini. Şimdi de Paşa Hamamı ve Kurşunlu Cami yandı. Maalesef sırada diğerleri var gibi."
Vahap Coşkun'un yazısında, hendek kazıp özerklik ilan etmenin sonuçları, bu şekilde değerlendiriliyor.
Kürtlerin meşruiyet direnişi
1960'ların başından beri, Kürtlerin kimlik ve özgürlük mücadelesinin tanığı olan, bu haklı taleplerin, ülkemizdeki demokrasi yolculuğunun parçası olduğuna inanan ve destekleyen biriyim. Devletin acımasızlığının, pervasızlığının zirveye ulaştığı, acı bir tarihtir Kürt meselesi.
Bu yolculuğun 50 yıllık birikimini anlamaya ve anlayabildiği kadarını da paylaşmaya çalışan birisi olarak, ödenen bedelleri, elde edilen siyasi ve yasal kazançların değerini görebiliyorum… Kürtler, ciddi bir meşruiyet zemini yaratmayı hedeflediler başından beri. HDP'nin aldığı 6 milyonluk oy, büyük bir toplumsal meşruiyet kavgasının ve yolculuğunun, bir anlamda zaferi olarak görülebilir.
PKK'nın hedefleri, halkın beklentisi
Kürtler, 7 Haziran seçimleriyle, siyasi mücadele açısından bir “test sürüşü” yaptılar. Türkiye'nin batısında da, bu meşruiyet denemesi olumlu destek buldu. Daha önce yaşamadığımız bir toplumsal duruma doğru ilerlediğimizi hissediyorduk. Kürt meselesi, bir çok zihinsel ve siyasi engele rağmen, kendisine farklı bir zemin yaratmıştı.
7 Haziran seçimlerinin ardından; PKK, büyük oy kazancının da etkisiyle, yeni bir denemeye girişti. "Özyönetim"ler ilan etti. Kürtleri, kazanılan zaferin ardından, yeni bir mücadeleye çağırdı
PKK'nın “ilan ettiği” yeni durum, Kürtlerin meşruiyet kavgasıyla acaba ne ölçüde uyumlu? Şunu söylemek mümkün: Kürtlerin ağırklı bir kısmı; yapılan bir çok araştırmada da görüldüğü gibi, esas olarak, kaderlerini Türkiye ile birleştirmeye eğilimli. Özgürlük, demokrasi ve kimlik taleplerinin, bu ülkenin siyasi zemininde kazanılabileceğine inanıyorlar.
Eleştirileri var, tepkileri var, güvensizlikleri var. Ancak, kazandıkları meşru zeminin, siyasi mücadele imkanlarının farkındalar. Türklerle birlikte, yeni bir demokrasi inşa edebileceklerine inanma oranları, oldukça yüksek.
Ayaklanma ve halk
7 Haziran seçimlerinden sonra PKK'nın öncülük ettiği "özyönetim" ilanı, bir ayaklanma denemesidir. Her ayaklanma kendi meşruiyetini arar. Elde edebileceği kazanç ve kayıpları hesaplayarak ilerler. Kürt kimliği konusunda en kararlı olunan, bu mücadelede HDP'ye en yüksek oyun verildiği ilçelerde bile, böyle bir “ayaklanma”nın elde edebileceği kazançlar ve meşruiyet konusunda, ciddi tartışmalar ve soru işaretleri var.
Vahap Coşkun'un Sur ilçesi örneğinde aktardıkları, diğer "özyönetim" ilan edilen ilçeler için de geçerli. Bölgeyi tanıyan birisi ve oradaki insanlarla yakın ilişkisi bulunan birisi olarak; diyebilirim ki, bu ilçelerdeki yeni siyasi tercih, Kürtlerin uzun yıllar içinde elde ettikleri birikimle “doğru orantılı” değil.
7 Haziran seçimlerinden 1 Kasım seçimlerine kadar uzanan süre içinde, bölgede HDP'nin oyu önemli ölçüde azaldı. Öte yandan, "özyönetim" ilan edilen ilçelerde, imkanları olan insanlar, ilçeleri terk ettiler, etmeyi sürdürüyorlar. Toplum, seçimlerde oy veriyor. Ancak, “hesaplaşmanın tırmanması”nı, kendi geleceği açısından yararlı görmüyor. “Ayaklanma planları”nın arkasında durmuyor. Sonu olmayan bir girişimin içinde olmayı tercih eden bir ruh halinde değil halk.
Bir "devrimci" mektup
Vahap Coşkun'un yazısını sosyal medyada paylaşınca değişik tepkilerle karşılaştım. Yurtdışında yaşayan bir eski arkadaşımdan aldığım mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum: "Gecekondu mücadelesi bu sistem içinde haklı ve meşruysa, özerklik, özgürlük alanları için kurulan barikatlar da o kadar meşru ve haklıdır.
Cizre'deki barikat savaşıyla, gecekonduda bir ev sahibi olmak için döğüşen halkın hiç bir farkı yoktur. İkisi de haklı ve meşrudur. Mevcut kamu düzenine göre de, ikisi de yasal olmayan ve şiddetle ezilmesi gereken bir girişimdir.
Haklı ve meşru olan, hangi sistem ve düzen içinde olursa olsun kendi özgürlük alanını yaratır ve izne tabi değildir.
Nasıl yıkılmadan gece kondu yapılamazsa bugünde barikatlar kurmadan Kürdistanda ve Türkiyede özgürlük alanları yaratılamaz.
Kürt özgürlük hareketi çok önemli yeni bir sürece girmiştir. Bu süreci ilk atılım mücadelesinden bugüne kadar kazanılan birikimlerin toplamı olarak okumak gerektiğini düşünüyorum. Barikat savaşları haklı ve meşrudur. Aylardır Kürdistan'da halkın topyekün yok edilmesine karşı barikatlarda, dünya devrim tarihine geçecek gerçek bir halk direnişi yaşanıyor. Babayla oğlun uyku nöbeti tuttuğu barikat savaşları çok öğreticidir. Anlamak, saygı duymak ve omuz omuza olmak için harekete geçmek zamanı değil mi?"
"Topyekün yok edilmek"
Evet bir kısım solcu böyle düşünüyor. "Kürtlerin topyekün yok edilmesi" gibi bir algı gerçekten var. "Soykırım"dan söz eden perspektifin ciddi bir taraftarı olduğunu görebiliyoruz. Aynı anlayış, "özyönetim"i ve hendekleri savunuyor, bir "devrimci ayaklanma"nın içinde olunduğunu düşünebiliyor. Dışarıdan da olsa bu görüşün Kürtler içinde de bir etkisi bulunduğunu gözardı edemeyiz.
Bu topraklarda, seçimlere girip 6 milyon oya ulaşabilmiş, Meclis'te üçüncü parti konuma yükselmiş bir siyasi hereket bulunuyor…
Bu hareketin en radikal sözcülerinden Figen Yüksekdağ bile şunları söylemek gereğini duyuyor: "Hendekler biçiminde bir mücadele yönteminin uygulanmasını bizler de onaylamıyoruz." Her ne kadar bu gelişmeleri devletin siyasetlerine bağlasa da yine de hendekleri "devrimci ayaklanma"nın bir örneği olarak görmediği ortada.
"Özyönetim" ilan edilen ilçelerdeki kamuoyu yoklamaları da, “HDP'nin Meclise girmesi” ile "özyönetim ilan edilmesi” arasındaki farkı tartmak adına faydalı olabilir. “Ayaklanma"yı tercih edenler yüzde 20'lere bile ulaşmıyor.
Tablo, “devrimci teori ve gelenekler” açısından irdelense, temel ölçü, halkın yararı ve toplumun desteğidir.
Sur ilçesinde ve diğer benzer ilçelerde yaşananlar, halkın ne ölçüde yararına? Halk bunlardan bir kazanç elde edebilir mi? Bu “deneme”ler, halk tarafından destekleniyor mu?
Hakaret etmeden, öfkelenmeden, kişilere sıfatlar yapıştırmadan, sakin sakin düşünüp konuşalım isterseniz.
Paylaş