Paylaş
Kadınlar toplumsal hayata katıldıkça, meslek sahibi oldukça; "erkek egemen kültür"ü, "erkek egemen dünya"yı sorgulamaya başladılar.
Zaman içinde, üretim biçimlerinin gelişmesine, toplumsal yapının şekillenmesine bağlı olarak; erkek egemenliği de, özünü korumakla birlikte, dilini, yaklaşımını yumuşatmak zorunda kaldı, bazı adımlar attı. Ama, son tahlilde, mevzilerini korumaya devam etti.
KADINI YOK SAYINCA
Yoksul ve geri ülkelerde, işsizliğin yaygın, eğitimin yetersiz olduğu toplumlarda; "erkek egemenliği", kendisini daha acı ve sert bir şekilde hissettiriyor.
Muhafazakar erkeklerin, Türkiye'deki değişim karşısında zorlandıkları açık. Demokratik değerlerle artık daha barışık bir görüntü vermeye çalışanların, kadın konusunda hala en tutucu ifadelerde ısrar etmeleri; toplumsal yaşam açısından, bir çelişme ve açmaz.
Toplumun yarısı kadın. Eğer kadınlar, toplumsal hayata katılmazlar ve eve kapatılıp, çocuk bakımı ve ev hizmetleri ile sınırlı bir alana hapsedilirlerse, o toplumun gelişmesi, eşitlikçi bir düzen kurabilmesi, demokratikleşmesi mümkün değildir.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ''Annelerin, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir'' derken işte bu açmazın, geçmişte kalması gereken bir dünya görüşünün savunucusu haline dönüşüyor.
Birisi kalkıp "kadın kahkaha atmasın" diyebiliyor. Bir başkası, hamile kadının sokakta dolaşmasını engellemeye çalışıyor. Bir başkası, kadınların spikerlik yapamayacağını söyleyebiliyor. Bir diğeri, kadınların sezaryenle doğurmasını yasaklamaya gayret ediyor. Bütün bunları söyleyenler erkek siyetsetçiler ve vaizler. 100-150 yıl önce, İstanbul'da, "kadınların sokağa çıkmasını engellemek için, fetvalar yayınlanıyordu. Bazı erkekler, örtünerek sokağa çıkabilen kadınların örtülerini yırtarak, onları sokaklarda kovalıyorlardı.
"Erkek egemen kültür"ün temel arızası; kadınların nasıl yaşayacaklarına, nasıl güleceklerine, nasıl çocuk doğuracaklarına, hangi sokakta yürüyüp yürümeyeceklerine, neyi giyip neyi çıkaracaklarına; "devlet"in (yani pratikte erkeklerin) karar verebileceğine inanmaktır. Kadınları birey olarak kabul etmeyi reddeden bu dünya görüşü; aslında, insanı da, birey olarak kabul edebilecek noktadan uzaktır.
Türkiye'nin "muhafazakar"ları; siyasi statükoya, ayrımcılığa karşı çıktıklarını, eşitlik ve demokrasiyi savunduklarını söylüyorlar. Onların bu söylemlerini, samimi bulabilir veya bulmayabilir, bu konuda değişik değerlendirmeler yapabilirsiniz. Ancak şu açık: Konu kadın olduğunda, bütün yaldızlar dökülüyor. O "mahalle"de, kadınların toplumsal alandaki varlığından, hala bir rahatsızlık var. Muhafazakar kesimin gençlerinde bazı "farklılaşma"lar olsa da; genel fotoğraf, çok iç açıcı değil.
TÜM ERKEKLER
Tabii, kadınların hak ve hukukuna "direnç"in, yalnızca muhafazakar erkeklerle sınırlı olduğunu söyleyemeyiz. Her türden erkeğin, kadınların taleplerine, kadınların hak isteklerine, nasıl direnebildiğini, biliyoruz.
KÜRT KADINLARI
Bu egemenliği kırabilecek olan, bu konuda adımlar atan da; şüphesiz, asıl olarak, kadınlar. Kürt siyasi hareketinde, eşbaşkanlık sistemine geçilebilmesi için, kadınların nasıl kıran kırana mücadele yürüttüğünün, tanığıyız. En büyük erkek direnişi, kadınların siyasi hayatta varolmalarına yönelik olarak kendisini gösteriyor.
2013'te, Taraf gazetesinde yöneticilik yaptığım dönemde, bu konuda, iki temel ilke üzerinde, titizlikle durmuştum. Birincisi, "kanaat önderi" olarak demeç alınan insanların en az yarısının kadınlar olması şartıydı. İkincisi, basılan fotoğrafların en az yarısında, kadınların yer almasıydı. Bu gayretin, gazetenin niteliğini değiştirici bir etki yaptığını, görmüştük.
BATI'DA KADIN SORUNU
Bu meseleler, yalnız Türkiye'de değil, Batı ülkelerinde de; hala, önemli bir toplumsal sorun olarak gündemde. Bir İsviçre gazetesinde 2014 yılında çıkan bir haber, sorunun ne kadar derinlerde olduğuna işaret ediyor: İsviçre'deki bir kantonunun parlamentosunda, senatör Anita Fetz, bir kadın toplantısındaki konuşmasında, "Hala milliyetçi-muhafazakar erkeklerin belirlediği bir dünyada yaşadığımız"dan yakınmıştı. Aynı toplantıda, İsviçreli bir ayakkabı firmasının sahibi Barbara Artmann da, bir şirketin sahibi olmasına rağmen, kadın olduğu için, zaman zaman, "patron" değil "sekreter" gibi algılanabildiğine dikkat çekiyordu.
Sonuç olarak, kadınlar konusunda özgürlükçü ve eşitlikçi tutum; hem dünyadaki hem ülkemizdeki demokrasinin, hala en kırılgan noktalarından biri. Erkekler (ve özellikle de "muhafazakar" erkekler), ataerkil özellikleriyle dikkat çekiyorlar. Gelişmelere ters düşen tavır ve açıklamaları, hala işimizin ne kadar zor olduğunu kanıtlıyor.
Paylaş