Paylaş
Tesadüf mü? diye sorabiliriz.
Kürtlerin, anadillerini kullanmaları, kendi kendilerini yönetmeleri dahil, her türlü kimlik haklarını kazanmalarını, her zaman savundum. Başım defalarca derde girdi. "Kürt" kelimesinin yasaklandığı dönemlerde, bu sözcüğü mahkemelerde savunmaktan cezalar aldım.
Türkiye'nin demokratik bir ülke olması için, Kürtlerin kimlik haklarının verilmesi, olmazsa olmazların başında geliyor. Hep böyle düşündüm. Bunları, her koşulda, her ortamda ağır tehditler altında bile savundum. 90'lı yıllarda, bu nedenden ötürü yayınlanmayan yazılarım da oldu.
Çözüm sürecini bu beklentilerle destekledim, barışın kalıcı olabilmesi için elimden geleni yapmaya çalıştım.
Diyarbakır'ı, Sur'u, Mardin'i, Urfa'yı, o bölgeyi ve bölgenin insanlarını, doğup büyüdüğüm Tarsus'tan bile fazla sevdiğimi söyleyebilirim.
HDP'yi (ve öncüllerini), Kürt siyasetinin meşrulaşması, şiddetten arınarak, yasal alanda temsil edilmesi açısından, hep önemli gördüm.
Şiddeti çözüm olarak görmek
22 Temmuz 2015 gecesi, Ceylanpınar'da iki polisin başlarından vurularak öldürülmesi, bir dönüm noktası oldu.
Geçmişte de PKK, sivil, çaresiz insanları öldürdü. O zaman da çok eleştiri yapıldı, ben de eleştirdim. Ancak bu kez kitle katliamıyla karşı karşıyayız. İşinden çıkıp evine giden, okulundan dönen, yürüyüşe çıkan insanları öldüren eylemlerle yüz yüzeyiz. Terörün sınırsız şiddeti bütün toplumu hedef alıyor.
Bunları, birileri, belki kendilerince "Kürtlerin haklarını savunmak" gerekçesiyle planlıyor, böyle algılıyor olabilir. Canlı bombalar, "Kürt halkının kurtuluşu uğruna", başka insanları öldürmeye ikna ediliyor olabilir.
İktidara düşmanlık, şiddetten nasiplenmek
Birilerinin şöyle düşündüğünü, şu doğrultuda yazılar yazdığını da görüyoruz: "Eh görün bakalım, bu ülkeyi bir iç gerilim ortamına soktunuz, bedelini ödeyeceksiniz..."
"Bu yönetimden nefret ediyoruz, ona zarar verebilecek herkesin dostuyuz" yaklaşımındaki bu kesimleri şaşkınlıkla izliyorum. Hırsın ve egonun, bu kadar sınırsız ve ölçüsüz bir “öç alma güdüsü”ne dönüşmesini anlamıyorum.
Hangi hak, hangi özgürlük?
PKK, şehirlere yönelik kitle katliamını hedef alan cinayetleriyle, her türlü sınırı aşmış durumda. Kürtlerin haklarını savunma gerekçesi, tam anlamıyla kana bulandı. Toplu cinayetlerle bir çıkmaz sokağa girdik. Buradan ne özgürlük çıkar, ne demokrasi.
Buradan acı ve çatışma çıkar. Hepimizin ağır bedeller ödeyeceği, en derin ve uzun süreli mağduriyeti de Kürtlerin yaşayacağı bir kaosun içine yuvarlanma noktasındayız.
PKK'nın, yılların birikimi nedeniyle, ülkeye yayılmış yoğun bir sosyolojik altyapısı bulunuyor. Bu çatışma, onlar açısından da, nereye evrileceği öngörülmesi imkansız bir maceraya dönüşüyor. Kürtlerin bir yol ayrımında olduğunu görebiliyoruz.
Kimin hesabına?
Ankara katliamının ardından, Rusya Federasyon Konseyi Savunma Komitesi Başkan Yardımcısı Frants Klintseviç şöyle bir yorumda bulundu:
“Teröristlerin Türkiye’de ne yapmak istediği açık seçik ortada. Terör saldırılarını organize edenler Türkiye ve bölgede kaos yaratmak suretiyle, resmen Ankara’yı Suriye’ye askeri müdahalede bulunmaya itiyor. Komşu ülkeye müdahalede bulunmaya provoke ediyor.”
PKK'nın ne yapmak istediğini anlamak, her geçen gün, daha da zorlaşıyor. Akılla, izanla açıklanabilecek bir noktada değiliz. Kendilerine ait bir “yol haritaları” mı var? Bölgede hesabı bulunan başka bir ülke adına “vekalet savaşı” mı sürdürülüyor? Veya daha acaip, daha kirli bağlantılar mı söz konusu?
Her ne hal ise, kabul edilebilecek, mazur görülebilecek, bahane uydurulabilecek bir durum yok.
Vahşetin gerekçesi olmaz.
Birileri "bak gördün mü!" havasında.
Bu kadar gözüdönmüşlük, anlaşılabilir gibi değil...
Ne yapabileceksek, onu siyaset alanında yapmalıyız...
Bir gün önceki yazımda, "Yüksekova'ya operasyon yapılmadan, bir çözüm üretilmeli" demiştim.
Nasıl olacak? Bir kentin mahallelerini silah zoruyla zapt edeceksiniz, orada kendinize göre yönetim ilan edeceksiniz...Oraya silah yığıp çatışmaya gireceksiniz...Şehirlerin yıkılacağı ortamı oluşturacaksınız...
"Operasyon dursun" diyeceksiniz. Evet dursun. Yüksekova yıkılmasın... Peki nasıl?
Ankara'da şehrin ortasında masum insanlar acımasızca katledilirken "Yüksekova direnişi"nden söz ediyoruz.
PKK'nın, silahlı bazı "sol" örgütlerle ortak hareket etme kararının Kandil'den ilanının ertesi günü, Ankara vahşetinin yaşanması, bir tesadüf mü, yoksa yeni bir dönemin başlangıcı mı?
Paylaş