Paylaş
HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, Taksim'in 1 mayıs kutlamalarına kapatılması üzerine söylediği sözler, "Taksim'i Kabe görüyor" şeklinde yorumlandı. Başbakan ve Cumhurbaşkanı, bu benzetme üzerinden, Demirtaş aleyhine konuşmalar yaptılar.
Demirtaş, Ahmet Hakan'la olan CNNTÜRK'teki yayında, "Taksim Kabe'dir demedim. Kanıtlasınlar istifa ederim" cevabını verdi. Aslında, şunları söylemişti: "(...)Bire bir örnek gibi algılanmasın ama, Müslümanlar Kabe'ye giderler hacı olmak için. Museviler Kudüs'e giderler. Dini inançların merkezleri vardır. Mabetleri vardır. Onun dışında hiçbir yerde onu yapamazsınız. Evet dini bir inanç olarak söylemiyorum, fakat işçiler açısından da Taksim olmazsa olmaz bir yerdir. Burada anma, kutlama yapılamazsa o yıl 1 Mayıs Türkiye'de kutlanmamış sayılır."
İyiye işaret değil
Din gibi, toplumsal duyarlığın yüksek olduğu bir konuyu, meydanlara indirdiğinizde; bugünlerde olduğu gibi, ipin ucu kaçabiliyor.
Diyanet tartışmalarına gelirsek… Siyasi Partiler Kanunu'nda, “Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırılmasını talep eden, bunu programına alan partinin temelli kapatılacağı” hükmü bulunuyor. HDP'nın seçim beyannamesindeyse; konu, “kurumun kaldırılması” şeklinde ele alınmıyor. Dönüştürülmesinden söz ediliyor.
HDP'nin seçim beyannamesinde, “Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir Sünni kurumu olarak örgütlenmiş bulunması”nı masaya yatırması; Başbakan Davutoğlu'nun ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, konuyu, HDP aleyhine gündeme getirmelerine yol açtı. Bu arada, değişik inançları ötekileştiren bir dil de, öne geçti.
Seçim kampanyalarında din vurgusunun giderek ağırlık kazanması, siyaseti asıl mecrasından kopartan bir etki yapıyor. Gerçek sorunların tartışılması, zorlaşıyor.
Başörtüsü anlamlıydı
Başörtüsü tartışması, somut ve anlamlı bir tartışmaydı. İnanç özgürlüğü, baskı altındaydı. Bu konu, önceki seçimlerde, gündemi işgal eden, oy tercihlerini etkileyebilen konular arasındaydı. Şimdiyse, meselenin, büyük bir ölçüde, çözüme kavuşmaya başladığını görüyoruz. Bu seçim yarışında, muhtemelen benzer etkiler beklendiği için, din-diyanet konuları, masaya getiriliyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, konum ve görevleri, elbette tartışılabilir. Devletin, bir mezhepten yana tercihte bulunması, siyasi olarak eleştirilebilir. Ancak, tartışmanın, “Diyanet İşleri’nin görevleri”nden çıkıp başka mecralara çekilmesi, siyaset üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.
Siyaset, bir ülkenin nasıl yönetileceğine, sorunların nasıl çözülebileceğine endeksli bir alandır. Din, bu alana, “inanç ve vicdan özgürlüğüyle ilgili engellerin ortadan kaldırılması” bağlamında girebilir. Bunun ötesine zorlamak, çoğunlukla, siyasetin kimyasını bozar.
Parti liderleri, son kampanya sırasında, "Ben de Müslümanım" demek gereğini duyuyorlar, Hz.Peygamber'den örnekler verme gayreti dikkat çekiyor. Din, “ağırlıklı” bir seçim gündemine dönüşüyor.
Tabii, bu dönüşüm, sadece Türkiye’ye özgü değil. 11 Eylül’den beri, tüm dünyada, dinin siyaset alanındaki “görünürlüğü” artıyor. 21.yüzyıl, kendi dengelerini yaratarak yoluna devam ediyor.
Eşcinsellik
Siyasi mücadelede faul yapılan bir konu da, "eşcinselleri aday gösteriyorsunuz" suçlamaları. Özellikle de, Cumhurbaşkanı'nın bu yola başvurması, ötekileştirmeyi şiddetlendiriyor… Türkiye'nin demokratikleşmesi alanında, önemli gelişmelere imza atmış bir hareketin, son haftalarda bu tür konuları propaganda malzemesi haline getirmesi; ayrımcılığı kışkırtıyor.
Artıları
Seçim kampanyalarının, geçmiş seçimlere göre, artılarının da olduğu bir gerçek. Askeri vesayetin gölgesinin bulunmadığı bir seçim atmosferindeyiz. Partiler, hareketli kampanyalar yürütüyorlar.
HDP'nin, yüzde 10 barajı gibi anti demokratik bir engele rağmen parti olarak seçimlere katılması, siyasete derinlik kazandırdı. Çatışmanın yerini, çatışmasızlık ve çözüm beklentileri aldı.
Sonuç ne olursa olsun, demokrasinin kazanmasını, yani halkın dediğinin olmasını ümit ediyorum.
Paylaş