Paylaş
Tırmanan ve giderek kirlenen çatışma ortamı, makul bir yerde durmaya çalışanların pozisyonunu zorluyor, hatta neredeyse imkansızlaştırıyor.
Başından beri; PKK'nın hendek siyasetinin en çok Kürtlere zarar verdiğini, bunun devrimci bir tarafının olmadığını, Kürtlerin de bu yüzden, beklendiği gibi, bu stratejiye gönülden destek vermediğini söyleyenlerdenim.
“Sol muhalif” çevrelerde, devletin uygulamalarına karşı oluşan bir refleksle, "günahkar ve zalim olan her zaman devlettir" yargısı yaygındır.
Bu yargı, olayların tek boyutlu yorumlanmasını beraberinde getirebiliyor.
AK Parti iktidarına karşı birikmiş öfkenin de; ilave olarak, bu “tavır alış”ı desteklediği ve gerçeklikten uzaklaştırıcı etki yaptığı söylenebilir.
Çatışma bir kez başladı mı, iki taraftan insanlar yaşamlarını yitirmeye başladı mı, bunun karşılıklı olarak acımasızlığı kışkırtacağı belliydi.
DEVLET DE PKK DA
Biz öncelikli olarak devletin yasalara uygun davranmasını, insan haklarına riayet etmesini, eli silahlı olanla halk arasında bir ayrım yapmasını isteyeceğiz.
Devleti bu açılardan denetleyecek ve eleştireceğiz.
Ancak, bu tutumumuz, PKK'nın yaptıklarını görmezden gelmemizi gerektirmiyor.
PKK'ya "hendekleri kaldır", "silahları bırak" demekten vazgeçmek söz konusu olamaz.
PKK, kendisini Kürtlerin hakkını savunan bir örgüt olarak tanımlıyor.
Yola mayın döşeyip bir çatışma ortamı yokken onlarca askeri ve polisi öldürmenin, hala siyasi mücadele imkanı varken silaha sarılmanın, Kürtlerin haklarına ne gibi bir katkısı olabilir?
HDP'ye de "tavır al", "eleştirel bir tutum göster" demeyi sürdüreceğiz.
SİLAHLAR SUSACAK
Bu mesele, silahların gölgesinde çözülemez.
Bu mesele, güvenlikçi önlemlerle bir sonuca ulaştırılamaz.
Eninde sonunda müzakere masasına gelinecek.
Öcalan'ın, 2013 Newroz'unda yaptığı saptama, hala anlamlı: "Türkiye'de silahlı mücadele dönemi bitti, siyasi mücadele dönemi başladı."
PKK'nın işte bu noktaya gelmesine vurgu yapmak gerekiyor.
Öcalan'ın çözüme yeniden katkısı gerekiyor.
"Devrimci halk savaşı" gerekçesiyle, Kürt coğrafyasını ateşe sürmenin, felakete sürüklemenin; akılla mantıkla bağdaşır yanı yok. Umarız, daha fazla acılara yol açılmadan, bu çatışma ortamına son verilir.
Son aylarda olanların; Kürtlere de, Türklere de, bir yararının olmadığı ortada.
BİLDİRİYE DEVLET BASKISI
Diğer yandan, “bir kampanya halinde bildiricilerin hedefe konması”nı da, doğru bulmak mümkün değil.
Hele de, bunun devletin merkezinden örgütlenen bir kovalamacaya dönüştürülmesi, tehlikeli ve endişe verici.
Normal koşullarda eleştirmemizin çok gerekli olduğu bu "tek yanlı" bildiriyi bile; gelişen anti-kampanya yüzünden, eleştiremez hale geliyoruz.
Yüzlerce akademisyen, topun ağzında.
Toplumun önemli bir kesimi, onlara yapılanları onaylamıyor.
Artık meselenin özü ortadan kalktı; bildiriyi imzalayanların uğradığı devlet baskısı, daha kritik bir boyut kazandı.
Evet zorlanıyoruz.
Düne kadar makul bir yerde duran, toplumsal kamplaşmanın etkisiyle olaylara nesnel bakabilme yetisini korumaya çalışan bir çok insan; sonunda rüzgara kapılıp gitti, kutuplara bölündü.
Makul olmak kolay değil.
İktidarın ve muhalefetin aynı anda öfkesini çekebiliyorsunuz...
Halbuki, sorunların çözüme ulaşması adına, bir gri alana, her zamankinden daha çok ihtiyaç bulunuyor.
Böyle bir duruşun zorluklarını uzun uzun anlatmaya gerek yok…
Kendi mahallenden dışlanabildiğin gibi, iktidarın öfkesine de hedef olabiliyorsun.
Fakat, eninde sonunda, makule gelinecek.
Buradan, özellikle, okuyan yazan, çizen, konuşan insanlarımıza sesleniyorum!
Öfkenin, “kısa vadeli çıkar”ın, “kendini emniyete alma”nın, “güvenli zeminlerde dolaşma”nın kolaylığından kaçınmalıyız.
Makulu arama yolundaki ısrar sürdürülmeli.
Paylaş