Paylaş
Seçimlerin hemen ardından oluşan beklenti; HDP'nin, önemli bir siyasi aktör olarak Kürtlerin taleplerini, demokrasi isteklerini Meclise taşıması yönündeydi. Tam “silahlı ayaklanma” döneminin geride kaldığını, siyasetin artık meşru zeminde yapılacağını düşünmeye alışmıştık ki; PKK'den değişik sinyaller gelmeye başladı.
Önce, KCK yönetimi; “barajlar ve kalekolları yaptırmayacağını” söyleyerek, TIRları yakarak; eylemleri başlattı. Adıyaman'da baraj inşaatına yapılan müdahaleyi püskürtmeye çalışan bir astsubay, PKK'liler tarafından öldürüldü. Sonra, Suruç katliamı ve onun ardından da, Ceylanpınar'da iki polisin yatağında öldürülmesi geldi.
Madalyonun diğer yüzüne bakarsak… Evet, AK Parti hükümetinin, çözüm adımlarının atılması konusunda bocaladığı, bir gerçek. Dolmabahçe mutabakatı, umutlar yaratmışken Erdoğan'ın müdahalesiyle, kesintiye uğramıştı. Öcalan, tecrit edilmişti. Bütün bunlar, çözüm sürecini tıkayan, güçleştiren gelişmelerdi.
PKK, bunlardan etkilenerek, topyekün bir savaş başlatmış olabilir mi? Türkiye ile görüşme kapılarını açık tutmak, bir çok engele rağmen mümkün değil miydi?
PKK ne yapmak istiyor?
Çatışma sürecinin fitili, neden ateşlendi? PKK, bu gelişmelerden, ne elde etmek istiyor?
Bölgeyi ve PKK'yi iyi tanıyan isimlerle konuştum. KCK Eşbaşkanı Bese Hozat'ın, "Devrimci Halk Savaşı"nı nasıl geliştireceklerine ilişkin yazısını; yeni baştan analiz etmeye çalıştım.
Bese Hozat'ın, HDP’ye, seçimlerin hemen ardından getirdiği eleştirilere bir bakalım… “Demokrasi güçleri seçimin ortaya çıkardığı olumlu sonuçları yeterince değerlendiremiyor” diyen Hozat, şunları söylüyor:
“Bulunduğumuz aşamada Özgür Kürdistan’ı kurmanın ve Demokratik Cumhuriyet Türkiye’sini inşa etmenin bütün koşulları oluşmuştur. Demokrasi güçleri, hamlesel çıkışlarla demokrasi mücadelesini yükseltir, halkımız ve Türkiye toplumu da devrimci halk savaşını geliştirirse Önder Apo özgürleşir, Türkiye ise gerçek barışına ve demokrasisine kavuşur. Mevcut mücadelesiz duruş büyük bir tehlike oluşturuyor."
Hozat'ın bu çıkışının, seçim başarısının hemen ardından gelmesi, nasıl açıklanabilir? Hozat, “PKK eylemlerinin yükseleceği”nin işaretlerini de, şöyle veriyor: "Hiç kuşku yok ki artık gerilla da bu alçakça saldırılara ve soykırım politikalarına göz yummayacaktır. Bundan sonra gerilla soykırım operasyonlarına, karakol-kalekol yapımlarına, askeri amaçlı baraj ve yol yapımlarına gereken karşılığı verecektir.”
Hozat'ın yazısından ortaya çıkan gerçek şu: PKK, HDP'den memnun değil. HDP’yi pasif bulan PKK, “kendilerinin bir halk savaşı yoluyla meseleyi çözebileceklerini” ifade ediyor.
Tahran Bağdat Şam üçgeni ve PKK
Önümüzdeki günlerde; Irak Kürdistanı'ında, başkanlık seçimleri yapılacak. İran, bu seçimlerde, “Barzani karşıtı cephe”yi destekliyor. Talabani'nin partisi YNK, şimdiye kadar; “Irak Kürdistanı”nın önemli şehri Süleymaniye'de etkiliydi. “Bu etkinin giderek PKK'ye geçtiği” yönündeki değerlendirmeler artıyor. “İran’ın, YNK ve PKK ile işbirliği yaparak Barzani'yi etkisizleştirmek ve yönetimi değiştirmek istediği”ne dikkat çekiliyor.
Türkiye'nin tercihinin ise, Barzani olduğu, biliniyor. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'nun, iki gün önceki Erbil ziyaretinin; de bu desteği ifade etmek için yapıldığı, iddia ediliyor. Sinirlioğlu, Kuzey Irak’ta, Barzani'yle görüştü.
Tabloyu yeniden gözden geçirirsek: PKK, Suriye'deki Rojava bölgesindeki etkinliğinin yanında, Kuzey Irak'ta da; etki alanını genişletecek olanaklar elde etmiş durumda. Bu etkinliği; Tahran, Bağdat ve Şam'daki “Şii üçgeni”yle olan ilişkisini geliştirerek, artırmayı planlıyor. Bu ittifak içinde, Talabani güçlerinin yer aldığı da, söylenebilir. Son dönemde, “ABD'nin de, (IŞİD'e karşı) bu üçgenle daha olumlu ilişki içine girdiği”, dikkat çekiyor. İran-ABD uzlaşmasının bölgeye (askeri, sosyolojik ve toplumsal) etkilerini, önümüzdeki aylarda, herhalde daha somut bir şekilde görebiliriz. Avrupa medyasının, Kürtlere ve Ortadoğu’ya olan bakışında da; ciddi bir “ton değişimi”nden söz etmek mümkün.
Sonuç olarak; “Tahran, Şam, Bağdat üçgeni”, Türkiye ile çok farklı bir yerde duruyor. PKK ise, artık, bu üçgene yakın.
Bölgesel güç hedefi
Konuyu yakından izleyenlerin yorumlarına göre; PKK, son gelişmelerin ışığında, meseleye, “bölge bağlamında” bakmaya başlamış durumda. Kendisini Türkiye ile sınırlamaktan vazgeçen PKK’nın, “bölgesel bir güç olarak hareket etmeye karar verdiği” belirtiliyor. Bu da, PKK’nın, “Türkiye'nin bölgedeki temel siyasetleriyle karşı karşıya gelen bir noktada konuşlanması”nı beraberinde getiriyor.
Bese Hozat'ın “topyekün ayaklanma” çağrısının arka planını, bölgedeki son gelişmeler kapsamında değerlendirmek mümkün. En azından, böyle yorumlayanların sayısının arttığını görüyoruz.
Öcalan'ın pozisyonu
Öcalan'ın, daha farklı bir perspektifinin olduğu, ifade ediliyor. “Sorunu Türkiye ile birlikte ve Türkiye'nin içinde çözmekten yana olduğu”nu defalarca söyledi. Olayların, “onun planladığı gibi gelişmediği” belirtiliyor.
“Öcalan'ın 4 aydır tecrit edilmesi, bu yüzden olabilir mi?” sorusunun net bir cevabı yok. Bunları daha net anlayabilmemiz için, “Öcalan'a uygulanan görüşme yasağının sona ermesi” gerekli.
Türkiye'nin de, PKK'ye, “topyekün sayılabilecek bir şekilde” karşılık vermesi, bu amaçla başta ABD olmak üzere Batı'nın desteğini istemesi; aniden tırmanışa geçen “bölgesel hesaplaşma”nın bir diğer boyutu.
Başa dönersek… “PKK neden başlattı?” sorusu, epey karmaşık cevapları olan bir soru.
Paylaş