Paylaş
Hava nefis, 17 derece.
Tüm kokuları hissedebiliyorum.
Malum, bu dönemde koku duyusu ekstra önemli.
Koku almıyorsan, bu en önemli korona belirtilerinden.
Bulunduğum yer Urla Bağ Yolu’ndaki Od Urla.
Ben burayı sadece restoran olarak biliyordum.
“Bu dönemde Urla’da nerede kalınabilir?” diye araştırınca konaklaması da olduğunu öğrendim. Arkadaşlarım da onaylayınca rotayı buraya çevirdik.
Sekiz odası var Od Urla’nın.
Dolayısıyla restoranı da açık.
“İyi de otel restoranları 22.00’da kapanmıyor mu?” diye soranlara hemen baştan bilgi verip rahatlatayım:
Hayır, kapanmıyor.
22.00’de kapatılması istenen otel restoranları içinde yapılan müzik yayını.
Bu kısım hep karıştırılıyor. Müzik bitiyor ama yemek servisi devam.
Keza Od Urla eğlence için gelinen bir restoran zaten değil. Bilen biliyor.
Neyse, Od Urla’nın restoranına dönelim.
Bu sezon gidenler için sekiz tabaklık bir menü hazırlamış restoranın şefi ve aynı zamanda sahibi Osman Sezener.
En çok tadı damağımda kalan odun fırınında pişmiş ahtapot oldu.
Köz biberli sorbet de beklenmedik ve farklıydı.
Ama genel olarak Od Urla’daki yemek deneyimi kendiliğinden şık ve doğal zaten.
Doğallığı, yemeklerde kullanılan malzemenin bizzat önündeki tarladan ya da civar köylerden gelmesinden dolayı.
Malum, bölgenin tamamen yemek deneyimine odaklanmış ilk çıkışlarından biriydi Od Urla. Sonrasında onu takip edenler oldu ve Urla gastronomik bir merkez haline geldi bugünlerde.
Unutmadan:
Od Urla Osman Sezener’in ilk restoran deneyimi gibi görünse de, aslında babasının İzmir Alsancak’taki meşhur Pizzeria Venedik’i dolayısıyla bu işin tüm detaylarını çocukluktan itibaren öğrenmiş şanslı bir şef.
Bitmeyen bir yol macerası
Şimdi Od Urla’dan geriye sarıyorum:
Şoför koltuğunda Otokafalar isminde YouTube kanalı olan arkadaşım Mehmet Berberoğlu.
Yanında eşi Nazlı ve ben.
İstanbul’dan Urla’ya doğru yola çıktık.
Sanıyoruz ki dört saat sonra filan Urla’da oluruz.
Olamadık, dokuz saat sonra Od Urla’ya varabildik.
Çünkü altımızda bir elektrikli otomobil vardı.
Meğer...
◊ Elektrikli otomobillerin performansı gayet iyi olsa da, aslında çok hızlı gidemiyormuşsun. Çünkü belli bir hızın üstüne çıktın mı, arabanın şarjından yiyorsun.
Hem de büyük bir hızla!
◊ Bu nedenle dolu şarjla çıktığımız halde Bursa çıkışında şarjımız bitiverdi.
ARTIK HER ŞEYE HAKİMİM
◊ İstanbul-İzmir otobanında elektrikli şarj istasyonları var mı? Evet, var.
Tüm bu detaylarla hiçbir alakası olmayan zavallı ben, bir anda her şeye hakim oldum.
İstasyonların kimisi Eşarj’a, kimisi Zes’e ait. Ama bununla bitmiyor.
Bu istasyonlarda seçenekler var. AC ve DC seçenekleri. Meğer AC seçeneğinde arabayı şarj etmek çok uzun sürüyormuş.
En az yedi saat filan!
DC ise daha kısa.
Bir saat ya da en fazla bir saat 30 dakika sürüyor.
◊ Ama her istasyonda DC seçeneği yok. Biz şarjımız bitince DC’si olan bir Eşarj istasyonu bulduk. Bir saat boyunca bekledik ve yüzde 85 şarja ulaşıp tekrar yola çıktık.
◊ Gel gör ki Urla’ya varmadan önce yeniden şarj etmemiz gerekiyordu.
Çünkü yine yetmeyecekti şarj. Çile bülbülüm çile yani...
ŞARJ BİTİK BİZ BİTİK
◊ Bu noktada hepimiz fizik profesörü olup çıktık.
“Şu istasyona varana kadar şu hızda gidersek, şarjımız oraya kadar yetebilir” gibi sorulara yanıt ararken...
◊ Derken son şarj için bir Zes istasyonu belirdik. Manisa Turgutlu üzerinde.
Ve sürpriz:
O istasyonun DC’si çalışmıyordu. Kaldık orada. Şarj bitik, biz bitik...
Üstelik sokağa çıkma yasağına yarım saat kala
(Not: Evet, bu yolculuk hafta içi gerçekleşti).
HEY TAKSİ!
◊ Peki Od Urla’ya nasıl mı vardık? Benzin istasyonundan bulduğumuz bir taksiyle!
◊ Kısacası, elektrikli otomobille uzun seyahat işi zormuş, günün sonunda ben onu anladım. Çünkü şarj istasyonları henüz yeterli değil, çünkü otomobillerin şarjı hızlı bitiyor. Telefon şarjı gibi. Ama şöyle rahatlatıcı bir ekolojik yanları var mı var:
Karbon ayak izini azaltıyorsun.
Paylaş