Paylaş
200 basamaktan oluşan o gri, dik merdivenler o kadar güzel olmuştu ki, Fındıklı sahilinden geçen herkesin içini ferahlatan yegane görüntüydü.
Ama bu ferahlık birkaç gün sonra griye boyanmış bir halde bulunmuştu, hatırlayın.
Tepkiler çığ gibi büyümüş, hatta birçok şehirde bu griliğe inat sokaktaki merdivenler rengarenk boyanmaya başlanmıştı.
Çok geçmeden Fındıklı’daki merdivenler el birliğiyle yeniden boyanmış ve öyle de kalmıştı.
Burası artık bir semboldü.
Önünden her geçtiğimde görüyordum, turistlerin en çok fotoğraf çektirdiği alanlardan biriydi artık gökkuşağı merdivenleri.
Ama işte bizde semboller hep bir rahatsızlık yaratır.
Önceki gün yıkmışlar merdivenleri!
Semt sakinlerinin talebiymiş. Öyle deniliyor.
Hatta mühendis Çetinel bu talebi doğrulayan açıklamalar yapıyor.
Altyapı çalışmaları bittikten sonra merdivenlerin tekrar yapılacağı ve yeniden boyanacağını söylüyor.
Belediye söz vermiş.
Yap boz, yap boz.
Ya da eskiyi betonla kapla, cilala parlat, restore edeceğim derken bambaşka bir şeye dönüştür: Bunlar bizde bitmeyen bir gelenek, bitmeyen bir ruh hali. Hali hazırda çalışan akıllı telefonun yeni modeli çıkınca eskisini çöpe atıp yenisini almak hastalığı gibi...
Sürekli bir şeyi yenilemek, aslında eskiyi unutturmanın bir diğer yoludur.
Ve kendi varlığını kabul ettirmenin...
Hadi bırakın bu sembol merdivenleri, Avrupa şehirlerinde görüp özendiğiniz bin yıl öncesinin sokak taşları neden ısrarla korunur, üstüne titrenir?
Çünkü onlar unutmak istemezler. Olduğu gibi bırakmak bazen en güzelidir, saygıdır.
Ve tam aksine, habire yenilemek bütün bir ruhu alıp götürebilir.
Sanatçılar ne yapacaklarını bilemiyor
Geçtiğimiz günlerde denk geldi, ünlü bir şarkıcının menajeriyle ayaküstü konuştuk.
Son zamanlardaki gündemin yine ilk önce müzik ve eğlence sektörünü vuracağını, konser iptallerinin olabileceğini söylüyordu.
Haklı olarak şöyle yakındı:
“Herkes işini normal bir şekilde yapmaya devam ederken biz neden yapamıyoruz? Bizimkisi neden bir iş olarak görülemiyor?”
Maalesef henüz o seviyede değiliz.
Böyle durumlarda herkes sanatçıdan konser iptali bekler. Oysa kimse yasta değildir, normal hayatına, yemesine içmesine devam eder. Olan konserlere olur.
Ve bu sektörün çalışanlarına...
Bence de konserler iptal edilmemeli. Hayat devam etmeli. Sanatçı -isterse tabii- konserinde olan bitene karşı sözünü söylemeli ve sonra işini yapmalı.
En güzeli, en doğrusu bu...
Tarkan’ın tatil rotası
‘Kuzey’ci Buket Uzuner’e selam olsun.
Yazın bunalma vakitlerinde herkes güneye/denize koştururken kuzey ülkelerine gidip ters köşe seyahati yapmak pek az kişinin aklına gelir.
Tarkan da o pek az kişiden biriymiş meğer.
Kuzeybatı Avrupa’da almış soluğu.
En son Dublin sokaklarında görülmüş.
Oradan İskoçya filan da yaptı mı bilinmez, ama kuzey ülkelerinde yaz başkadır, çünkü:
Gün bitmek bilmez, gece 12’ye kadar gün ışığı vardır neredeyse…
Ve hava bunaltmaz, yormaz...
Tarkan demişken
Eylülde gerçekleşecek açıkhava konserlerinde yeni bir şeyler yapmak istiyormuş Tarkan...
Farklı bir şey...
Daha önce yapmadığı bir şey...
Aynı şarkıları söylemekten de biraz bunalmıştır, haklıdır.
Umarım güzel bir şey bulur ve onuncu yılına gireceği açıkhava konser serisinde hepimizi şaşırtır...
Bu gençlerin hepsi aynı bakıyor!
Genç oyuncuların rol aldığı yaz dizilerini arka arkaya izlemenin getireceği olası zehirlenme:
Bu gençlerin hepsi aynı bakıyor...
Hepsi aynı mimikleri kullanıyor...
Hepsi aynı tepkileri veriyor...
Sanırsın hepsi aynı karakteri oynuyor!
Robot oyuncu gibiler...
O yüzden birbirlerinden ayırt etmek zor bu genç oyuncuları.
Dahası, hepsi güzel hepsi yakışıklı.
Güzellikleri de aynılaşıyor bir süre sonra...
Paylaş