Paylaş
Şöyle yazmak lazım: Mehmet Ali Erbil’in ex baldızı ve çakma Barzani. Günlerdir bu ikili konuşuluyor.
Çıkan kısımlarının özeti de şu: Bebek’te bir kafede otururlarken fotoğraflarını çeken magazin muhabirlerine sinirleniyorlar.
Korumalar, şoförler filan devreye giriyor ve muhabirlere saldırıyor.
Yeri gelmişken, Bebek kafelerinin bu talihsizliği ayrı bir yazı konusu.
Neden tüm arıza kadın ve erkekler bu kafeleri istila etmiş durumda?
Diyelim ve o konuyu şimdilik kıyısından geçelim.
Neyse efendim, erkek tarafı en sonunda bir açıklama yapmak ihtiyacını hissetti. “Başarılı bir Türk işadamı” olduğunun altını çizen resmi bir paragraf gönderdi tüm basına.
İyi de baştan beri erkek tarafı hakkında Mesud Barzani’nin yeğeni diye çıkan o dalga nereden ve nasıl köpürdü, köpürtüldü?
En çok onu merak ediyorum.
Neden “Esad’ın/Ahmedinejad’ın yeğeni”, “Kılıçdaroğlu’nun amca oğlu”, “Erdoğan’ın uzaktan akrabası” değil de Barzani’nin yeğeni oluverdi bu “başarılı Türk işadamı?”
Nereden çıktı bu ilginç etiketleme, tag’leme?
Haydarpaşa ve Avrupa garları
Haydarpaşa Garı hakkında ısrarla yazıp çizen, konuyu tüm detaylarıyla gündeme getiren isim Milliyet’ten Mehveş Evin oldu.
Özellikle pazartesi günü yazdıkları dikkat çekici ve düşündürücüydü:
“... En alakasız konularda mangalda milliyetçilik külü bırakmayanların, en büyük ulusal ve tarihi değerlerinden birini yitirirken seslerini çıkarmamalarını anlamıyorum.
Bir kenti kent yapan merkez garlarının (Sirkeci de gidiyor!) kaldırılmasını, otel-fuar alanı veya müze haline getirilmesini, akla izana aykırı buluyorum.
Burası bizimdi, herkesindi, artık olmayacak...”
Son olarak önceki gün Radikal’de Haydarpaşa projesinin detaylarını okudum.
Buna göre tarihi binanın giriş katı demiryolu ulaşım hizmeti vermeye devam edecekmiş.
Ancak üst katlar kültürel tesis ve konaklama olarak hizmet verecekmiş.
Konaklama, yani “otele dönüştürme” işi yine var, yine var kısacası.
İşte o noktada kafam karışıyor.
Haydarpaşa’nın yüzde sekseni, doksanı otel mi olacak?
Olacaksa “yazıklar olsun, Allah kahretsin” diye söylenmenin, sonra da isyan bayrağını açmanın zamanıdır.
Yoksa aşağıda örneklediğim iki gavur garı gibi mi olacak?
Açıklanan projeye bakılırsa pek onlara benzemeyecek ne yazık ki...
İşte geçen yıl uğradığım, içinde her şeyi barındıran (tarih, ulaşım, sanat, otel, alışveriş) ve bende anısı olan gavur tren garları, buyrunuz:
- MİLANO MERKEZ GARI: 1864 yapımı. Avrupa’nın en güzel garı olarak nam salmış. Çatısı devasa, nefis. Bak bak doyamıyorsun. Koruyorlar, kolluyorlar bu garı. Kaderine terk edilmiş değil. Hızlı treni de geliyor garın içine. Zaten o trenle Venedik’e çuf çuflamıştım buradan.
Hayır, oteli yok. Ama mağazaları ve kafeleri var.
- LONDRA ST. PANCRAS GARI: 1863 yapımı. Birkaç kez restore edilmiş. Bu garın kafelerine bayılmıştım. Kanyon’da şubesi bulunan Le Pain Quotidien’de oturmuştum trenlere bakarak.
Ve heykeltıraş Paul Day’in dokuz metrelik meşhur buluşma heykelinin önünde Manchester’dan gelen arkadaşımla buluşmuştum.
Hem o heykel hem de tarihi dev saat bu garın simgelerinden zaten.
St. Pancras Garı’nın içinde Marriott Oteli var. Alışveriş yapabileceğin mağazalar da (Mesela Marks And Spencer).
Ama hiçbiri, bir diğerinin önüne geçmiş değil.
Burası bir tren garı ve asıl işlevini sürdürüyor.
Kısacası bu evropa garları ne Haydarpaşa gibi kaderine terk edilmiş ne de ulaşım işlevi geri plana atılarak hadım edilmiş durumda.
Bu garlardan ders almamız gereken çok şey var.
Paylaş