Paylaş
* Vogue’un yenilenip tekrar açılışını...
Ama unutuldu gitti son yıllarda nedense. Aslında manzarasını seven, iş yemeği olan yine unutmadı, yine gitti.
Gerçi onlar bile -özellikle yabancı müşterisi olanlar- SuAda’da almaya başlamışlardı soluğu... Ve işte önceki gece Vogue, yenilenmiş dekorasyonuyla bir açılış daveti verdi.
Yeni dekorasyon öncekine göre daha retro, daha sıcak.
Hatta müziğin rotası da -belki sadece açılış sebebiyle- daha hızlı, daha ortam ısıtıcı...
Ama yine de Vogue’un tuhaf bir ağırbaşlılığı var. Fazlası olmuyor burada. Ya da olması için mekana daha çok “ateşleyici” insan gelmesi gerek, bilmiyorum.
Vogue aslında biraz, Berlin’in teras katında konuşlanmış mekanlarını andırıyor: Herkes şık, herkes gece geç saat olsa bile hep kokteyl havasında, ama siz dışarı çıkar çıkmaz hep beraber dağıtacaklarmış gibi.
Neyse işte uzatmayalım; Vogue döndü, bakalım ne kadar uğrak bir yer olacak bu sezon?
* 28 Ekim’de Bebek’teki Mel’s’te yapılacak Halloween partisinin dj’lerinden biri olan Indhira Taşpınar’ın nasıl bir performans sergileyeceğini... Malum Indhira, Eda Taşpınar’ın yengesi.
El Beso’nun da patroniçesi.
Bu arada: Halloween partilerine oldum olası ısınamadım. “Bize ait” hissetmiyorum. Zorlama buluyorum. Ama gideni/seveni bol; onu da biliyorum.
* Dört albümlük sözleşmesinin ardından DMC’den ayrılan Ferhat Göçer’in, Mustafa Ceceli’ye daha fazla yatırım yapıldığı gerekçesiyle şirketle bağlarını kopardığını...
Elbette bu “konuşulanı”, DMC Genel Müdürü Samsun Demir’e sordum. Demir, “Ticari olarak anlaşamadık, başka bir nedeni yok” dedi.
Ahmet Hakan’a bir hatırlatma
Perşembe günkü yazısında Ahmet Hakan, “Bizim gazetelere bakarsanız: restoranlar şahane... Bütün kafeler evimiz gibi... Bütün barlar yıkılıyor... Siyasetçilere demediğimizi bırakmıyoruz, çekilen filmleri eleştiriyoruz, sanatçılara laf ediyoruz...iş otellere, restoranlara, kafelere, barlara gelince sadece övgüde yarışıyoruz” diye yazmış.
Sevgili Ahmet, Kelebek’e pek göz atmıyor galiba.
Kendi başıma gelen en ünlü örneği hatırlatayım mesela:
Çapamarka’nın mekanlarıyla ilgili eleştiri yazılarından kısa bir süre sonra bizzat mekan sahibi ızzet Çapa, önce Longtable’ın kapısında durup içeri girmemi istememişti. Sonra da sitelere gönderdiği yazılarla “Bir daha gelme” buyurdu.
Sadece bu değil, daha çok örnek var:
Fishmekan’daki kokmuş balık şikayeti, arabasını karşıdaki otoparka park etti diye Nu Pera’ya alınmayıp bir de tartaklananlar...
Kısacası, kendi gazetesinde barlara, restoranlara sadece “yıkılıyor” denilmiyor, öteki yüzü de aktarılıyor.
Üstelik bunu sadece ben değil, Cengiz Semercioğlu da yapıyor.
Restoranların pahalı fiyatlarına karşı arka arkaya yazılar yazıyor.
Kendime pay çıkarıyor değilim yani.
Sosyal medya mesajları ve ‘o iblis’
“Dünkü yazınıza üzüldüm. Sosyal medyadaki şiddet dolu mesajları eleştireceğinize o yaratığın yeterli ceza almadığını, bu gidişle birilerinin kendi cezasını kendisi vermek isteyebileceğini yazsanız, daha iyi olurdu... O katili düşünen, onun için üzülen bir kişi olmaya bir yakınınız böyle hunharca saldırıya maruz kalsa ve ceza verilmese de devam eder miydiniz acaba? Bence sosyal medyadaki şiddet mesajlarını değil, o iblisin ceza almamasına takın kafanızı” (Seda)
Yanıt veriyorum:
1- Katil için üzüldüğümü, onu düşündüğümü nereden çıkardınız?
Ben sadece şiddetin şiddetle çözülmek istenmesine ve bunun şiddetle dillendiriliyor oluşuna karşı çıktım. Sosyal medya sitelerinde herkesin -heyecanla da olsa- böyle mesajlar yazmasını yadırgadım, hâlâ da yadırgıyorum.
2- Ama evet, katilin yeterli ceza almamasını gündeme getirebilirdim, haklısınız. Bugün bu meseleyi gündeme getirecek olan yürüyüşler var. Hem ızmir hem de İstanbul-Taksim’de. Umarım yüksek katılım olur, umarım sosyal medyadaki mesajlarla sınırlı kalmaz iş.
Paylaş