Paylaş
Eskişehir’e gideceğim. En son 10 yıl önce gitmiştim.
O zaman da trenle. Ama Haydarpaşa’dan.
Söğütlüçeşme’yi görünce insanın gözü ister istemez Haydarpaşa’yı, oranın nefes kesen tarihi ambiyansını arıyor/anıyor. Söğütlüçeşme İstasyonu sanki şöyle diyor insana: “Niye geldin ki, git evine yat”. Soğukta bekliyorsun bir kere. Oturacak, kahve/su alacak bir yer yok.
Belli bir saate kadar perona da geçirmiyorlar, garip bir yerde bekletiyorlar, filan.
Dahası ben aç, susuz, telaşla çıkmışım evden.
Sanıyorum ki trende bir şey yer içerim. Heyhat, pandemi nedeniyle elbette tren içinde yeme-içme hizmeti rafa kalkmış.
Bahtsız bedevinin çaresiz sonucu:
Hayli romantik ve Agatha Christie romanlarındaki gibi gizemli filan olmasını beklediğim tren yolculuğum, üç saat 15 dakikalık bir açlık oyunlarına dönüşüyor ve nihayetinde Eskişehir’e varıyorum.
Bu arada merak edene:
1. Trenler uçak gibi değil.
Yanınızdaki koltuk boş bırakılıyor.
Hatta öndeki koltukta oturan kişi koridor kısmında ise arkadaki pencere kısmında oturtuluyor. Çapraz oturtma sistemi yani.
2. Yüksek hızlı trenle ilk deneyimim. 250 kilometre hıza çıktığını gördüm. Trendeki ekranda öyle yazıyordu.
3. YHT’de yer bulmak epey zor. Biletler çıkar çıkmaz tükeniyor. Bir koltuk boş bırakıldığı için...
Vizesiz, zahmetsiz Kopenhag: OMM ve OMM INN
Eskişehir’e gelme nedenim açılışında göremediğim Odunpazarı Modern Müze’yi, yani OMM’yi -nihayet- görmek.
Ama Japon mimarlık stüdyosu Kengo Kuma eseri OMM’den önce OMM INN’e bayılıyorum.
Müzenin yanı başındaki 12 odalı butik otel OMM INN, tıpkı müzenin kendisi gibi Kopenhag’tan kalkıp Eskişehir’e konmuş bir uzay gemisi adeta.
Her şey öyle ahşap öyle İskandinav stili ki kendimi vizesiz/zahmetsiz Norveç’te gibi hissediyorum.
Hele otelin kafe restoranındaki dekorasyon detayları, her biri özel olarak orası için yaptırılmış ahşap mobilyalar; hem sade hem göz kamaştırıcı.
İstanbul’da bile böylesi yok.
Gelelim müzeye...
“Günün Sonunda” adı verilen yeni sergisini bu ayın başında açtı OMM.
Serginin ana fikri tam da pandemi günlerinde hepimizin daha çok düşünmeye o sorudan yola çıkıyor: “İnsanlar olarak kendimizi yerkürenin merkezine koyuyor ve kaynakları tüketerek öyle sorumsuzca yaşıyoruz ki, aslında doğa biz olmadan da yaşayabilir, bunun farkında mıyız?”
Tüm eserler bu ana temadan yola çıkarak seçilmiş.
Benim için en çarpıcı olanlarını şöyle sıralıyorum:
◊ Ali Kazma’nın Norveç’teki bir tohum deposunu çektiği şahane video.
◊ İrem Tok’un eski Meydan Larousse ansiklopedilerinin içine yerleştirdiği minyatür bilgi dünyası.
◊ Guido Casaretto’nun Göksu Nehri’nden topladığı taşlar ve çamurlarla oluşturduğu, müzenin bir katına boydan boya dolaşan, üzerinde yürünebilen, Roma yolu kıvamındaki yerleştirmesi.
◊ Fırat Engin’in mavi gezegeni bir çamaşır makinesinin içinde döndürüp durduğu esprili işi.
Müzenin demirbaşı olan eser
Elbette OMM’ye gitmişken artık bir Instagram yıldızı olmuş dev bambu eserle yan yana bir poz çektirmem kaçınılmazdı.
Dört kuşaktır bambu ustası olan Japon Tanabe ailesinin yeni nesil üyesi Chikuunsai tarafından yapılan eser, meğer Instagram’da göründüğünden daha görkemliymiş.
Bir kere işçilik inanılmaz.
Chikuunsai dört elemanıyla beraber 12 günde tamamlamış eseri.
Dev bambu yerleştirmenin nasıl öyle bozulmadan ve yıkılmadan durabildiği ise müthiş ince bir matematik.
Emeğe saygı duyuyorsun, hem de dibine kadar.
Dahası, bu eser artık hep OMM’deymiş.
Ben bir süre sonra kaldırılacak sanıyordum.
Hayır, hep aynı odada sergilenecekmiş. Müzenin demirbaşı gibi olmuş.
Paylaş