Kimilerine göre şansımız vardı. Bana göre, işin şansla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Sadece ne arayacağımızı biliyorduk ve neredeyse elimizle koymuş gibi bulmuştuk.
8 yıl önce bir kasım sabahı, İstanbul’un daracık bir sokağındaki 4 katlı apartmanın zemin katına, iki kişinin ölü bulunduğu olay yerini incelemek üzere, Ersi Kalfoğlu, Hülya Yükseloğlu ve Tanıl Başkan ile birlikte girdiğimde, sadece Türkiye için değil, dünyanın hemen her ülkesi için bir istisna olduğumuzun farkındaydım. Bir kere polis değildik. Jandarma değildik. Üniversite mensubuyduk. Bizlerin delil toplamak üzere görevlendirilmesine pek sık rastlanmaz. İkincisi, olay yerine bizden önce üç ekip girmişti. Olay yerinin birkaç kez incelenmesi -Batı ülkelerinde sıklıkla yapılırsa da- o tarihte bizim ülkemiz için pek alışılmış bir uygulama değildi. Cinayetlerin üzerinden iki ay geçtiği halde, İstanbul Barosu’na kayıtlı bir avukat hanım sayesinde ev kapalı duruyordu. Özetle, bizim durumumuz büyük bir istisnaydı. Bu olay yeri ile ilgili çalışmalarımızı, uluslararası kongrelerde sunduk. İyi bir örnek oluşturduğundan polis, savcı ve avukatların eğitimlerinde kullandık. Ama hepsinden önemlisi, zemin katın küf ve kan kokusu hálá burnumuzda.HERKESİN AKLINA İLK O GELDİ3 Eylül’ü dördüne bağlayan gece, kapıyı anahtarıyla açan genç adam, önce yanan ışıkları, daha sonra iki metre kadar önünde, salonla mutfak kapısı arasında, büyük bir kan gölü içinde, yerde yatanları fark etti.Annesinde kısa tayt şort, sıyrılmış penye, kız kardeşinin altında eşofman, üzerinde tişört vardı. ‘Bunu mutlaka o yapmıştır’ diye düşündü.Diğer tüm akrabalar da ‘O yapmıştır’ deyince, asayiş büro amirliği, annenin 9 aydır birlikte yaşadığı ve cinayetlerden 15 gün önce bu eve taşındığı söylenen, imam nikahlısı, 50 yaşındaki sondaj makinesi imalatçısını, Türkiye genelinde ve Interpol üzerinden aramaya başladı.18 yaşındayken Manisa’da birini öldürdüğü, cezaevine girdiği, firar ettiği, yurtdışına kaçtığı, orada bir kadını bıçakla öldürdüğü, yasadışı yollarla ülkeye geri döndüğü ve üç yıl önce de Manisa’da tabancayla başka birini öldürdüğü söylendi. Üstelik, genç adamın, bir süre önce annesinden boşanan babası da kayıptı.Bunları okurken imalatçının, 2002 yılında yakalanan ve ‘1983 yılında Mehmet Ali Ağca’nın kaçmasına yardım ettim. Ailemden dört, İstanbul’da da tanımadığım iki kişiyi öldürdüm’ diyen ‘Manisa canavarı’ olduğunu zannetmeyin. Bu, başka birisi.YARAYI FARK EDEN DİKKATLİ SAVCIÜlkenin dört bir yanında yürütülen arama faaliyetleri, Manisa’dan gelen bir teleksle durduruldu. İmalatçı, teslim olmuş ve cezaevine konmuştu. Teslim olma nedeni bu çifte cinayet değildi, üç yıl önceki cinayetiydi.İlk savunmasında, ana-kızla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını, o evde hiç kalmadığını, bulunan eşyaların hiçbirinin kendisine ait olmadığını söyledi. Daha sonra 3 Eylül akşamı evde olduğunu, yiyip içtiğini kabul etti. İstanbul’dan otobüsle yola çıktığını, Ankara ve İzmir üzerinden Manisa’ya geldiğini, başka bir suç nedeniyle teslim olduğunu anlattı.Bir televizyon kanalında cezaevinden mahkemeye götürülüşünü izleyen savcı, sağ avucunun içerisindeki yarayı fark etti. Bu durumu, ‘20-25 gün önce yemek pişirirken tuttuğum tencereden yandı, kesinlikle bıçak yarası değil’ şeklinde açıkladı.Zaman zaman belleğini kaybettiğini, psikiyatrlara gittiğini ifade ettiyse de, Adli Tıp 4. İhtisas Kurulu’na göre, kasten adam öldürme suçunun tam cezai ehliyetine sahipti.CİNAYETİ ASLA KABUL ETMEDİ11 ay sonra, anneyi ‘kasten öldürmekten’ 24 yıl, kızı ise ‘suç delilini ortadan kaldırmak maksadıyla öldürmekten’ idam cezası aldı. Duruşmadaki iyi hali nedeniyle, 24 yıl 20 yıla indirildi. İdam ise, ilk yılı geceli gündüzlü bir hücrede tecrit edilmek sureti ile müebbet ağır hapis cezasına çevrildi. İmalatçı, ana-kızı öldürdüğünü hiçbir zaman kabul etmedi.DELİL 1Evdeki özel eşyalarCinayetler üzerine, 2 polis memuru ve 2 komiser yardımcısı, gece yarısını 2 saat geçe, bildirilen adrese geldiler. Parmak izleri aldılar, ölenlerin yaralarını saydılar, yerlerini belirlediler ve olay yeri inceleme raporlarına ‘Çevre araştırmasında şahsın bıçak ve giysileri Bostancı araştırma görevlileri tarafından alındığından eşyalar gelene kadar beklenmiş, eşyalar geldiğinde şahsın çamaşırlarından kan numuneleri alınmış, bayanlardan yara içinden kan mukayeseleri alınmış, kan numuneleri, olay yeri krokisi karakol görevlilerine teslim edilmiş, bıçak zapt edilerek karakol görevlilerine teslim edilmiş, video, fotoğraf, kroki çizimleri yapılmış bunlar haricinde herhangi bir şey zapt edilmemiştir’ diye yazdılar ve gittiler.15 gün sonra, 2 polis memuru ölenlerin akrabalarıyla yeniden eve girdi. Sanığa ait olduğu söylenen, siyah örgülü kar başlığından, pembe çiçekli banyo havlusuna, numaralı gözlükten, kırmızı tespihe varıncaya kadar eşyalarına el koydular. Sanık, ‘Evle ilgim yok’ demişti ama, belli ki nesi var nesi yok toplayıp gelmişti. Canavar Tohumu ile Sarı Esirler adlı kitaplarını, ayrıca el yazılarının ve imzasının bulunduğu defterini bile alarak. Yalan söylüyordu. O evle bir ilgisi vardı. Geride kalanlar, eşyaları tanıyordu. Ama bu durum, sadece yalan söylediğinin deliliydi, kadınları öldürdüğünün değil.DELİL 2Bardaktaki parmak iziOlay yerindeki parmak izleri, ölenlerin ve sanıktan cezaevinde alınan on parmak izi ile karşılaştırıldı. Salondaki masa üzerindeki bardak ve tabakta sanığın sağ el işaret parmağının izi ve anneye ait izler bulundu. Annenin 100 mililitre kanında 229 miligram, bir başka deyişle 2.29 promil etil alkol saptandı. Sanığın bardaktaki parmak izi, onun evde bulunduğunu kanıtlıyorsa da, cinayetlerden sorumlu tutmuyordu.DELİL 3Yamulmuş bıçakOlay yerinde, yamulmuş, kanlı bir bıçak bulundu. Önce Bostancı araştırma görevlileri tarafından alınan, daha sonra olay yeri inceleme ekibine teslim edilen bıçak, 11.5 santim uzunluğunda, tek ağızlı, oluksuz, sivri uçlu, delici ve kesici vasıfta namlusu bulunan, siyah plastik kabzeli, zorlanma nedeniyle namlusu kabze dip kısmından eğilmiş bir ekmek bıçağıydı.Otopsi raporları, anne üzerindeki 41 yaradan 17’sinin, kız üzerindeki 18 yaradan 13’ünün ‘müstakilen öldürücü’ nitelikte olduğunu ve her ikisinin de kesici-delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar ve iç organ delinmesinden gelişen iç ve dış kanamadan öldüğünü bildirdi.O evde bu bıçakla ya anne, ya kız ya da her ikisinin birden öldürüldüğü besbelli. Önemli olan, bu bıçağı kimin tuttuğu. Bu soruyu cevaplayacak en kestirme yol, hiç kuşkusuz bıçak üzerinde sanığın parmak izlerini bulmaktı. Bulunamadı. Bulunsaydı bile, karşılaştırmaya elverişli nitelikte olmayabilirdi. Hatta, sanık o evde yaşadığından, evvelce bıçağı tutmuş olabileceğini, bu nedenle üzerinde parmak izlerinin bulunduğunu, ancak kadınları öldürmediğini söyleyerek kendini savunabilirdi. Bıçak kanlıydı. Kriminal polis laboratuvarının ekspertiz raporuna göre, bıçak üzerindeki kan grupları, anneninki ile uyumluydu. Bu bıçakla, en azından annenin öldürüldüğü artık kesindi. Ama bıçağı tutan kimdi?DELİL 4Sağ eldeki yaraSanığın sağ avucunun içindeki iyileşmekte olan, tencereden yandığını söylediği yaranın ne zaman meydana geldiği, muayenede kesin olarak saptanamadı. ‘Yüksek ihtimalle kesici-delici aletle oluştuğu’ bildirildi. Büyük bir olasılıkla, benzer durumlarda sıklıkla rastlandığı gibi, sanık, bıçaklamalar sırasında kendi elini de kesmişti. Bıçak üzerinde, anneninkinin yanı sıra, sanığın kanı da bulunsaydı, çok değerli bir delil oluşturacaktı. Dosya içerisinde buna ait herhangi bir analiz bulgusu yok. Sanırım bıçakta sanığın kanı hiç aranmadı. Esasen aransaydı bile, sadece kan grubu incelemesi ile kesin kimliklendirme zaten yapılamazdı.DELİL 5Etraftaki kan lekeleriBıçak dışında, evdeki eşyaların bir çoğunda kan vardı. Polis; pantolon, fanila, külot, atlet ve kesilerek şort haline getirilmiş kot pantolon üzerindeki kanların insana ait kan lekeleri olduğunu ve annenin kanı ile uygunluk gösterdiğini bildirdi. Buralarda kızın kanı bulunmadı. Tanıklar, eşyaların sondaj makinesi imalatçısına ait olduğunu söylüyordu. Ama bu iddianın bilimsel bir delile ihtiyacı vardı.EN GÜ