Paris’in en eski kilisesinde ezan sesi

Bir camide herhangi bir kilise korosunun ilahilerini duymak kulağa nasıl geliyor?

İmkansız mı? Böyle bir şey olursa dünya başımıza mı yıkılır?

Peki ya bir kilisede ezan sesi duymak kulağa nasıl geliyor?

Yine mi imkansız? Ve böyle bir şey olursa dünya bu kez hıristiyanların mı başına yıkılır?

Oysa ikinci seçeneğin pek de imkansız olmadığını ve kimsenin başına dünyanın yıkılmadığını bizzat gördüm, dinledim.

Hadise, Paris’in Notre Dame’dan bile daha eski (900 yıllık) olan Saint Denis- Basilique Katedrali’nde salı gecesi gerçekleşti. Mercan Dede’nin sanat yönetmenliğini yaptığı "Cezbeden İstanbul" adlı konserin başlangıcında hafız Furkan Biçer ezan okudu.

Hem de öyle güzel okudu ki, İstanbul’da ezan sesi duyduğumuz vakit neden irkildiğimi anladım: Hakkıyla okumak diye bir şey vardı şu dünyada ve Furkan Biçer hakkını vererek ezanı okudu koca katedralde. Su gibi berrak ve aynı zamanda gümbür gümbür...

Katedrali dolduran Fransızlar için bu durum "otantikti", Türkler için ise "şaşırtıcı".

Konserin devamında şaşırmaya devam ettik nitekim.

ERMENİ KOROSU KRİZİ

Konsept İstanbul’un farklı sesleri olunca Mercan Dede bu özel konser için ilk kez hayli kalabalık bir enstrüman kadrosuyla çıkmıştı sahneye.

Kanun, kemençe, klarnet, trompet, keman ve darbuka... Ve tabii ney.

Tüm bu seslere vokaller de eşlik etti zaman zaman. Aynur Doğan onlardan biriydi. Kürtçe söylediği ağıtlarla katedraldeki herkesi ağlattı diyebilirim. Gerçekten Aynur Doğan’ın inanılmaz içe dokunan bir sesi var, mahvediyor insanı...

Konserin diğer konuk vokalleri ise İstanbullu Ermeni şarkıcılar, Lusi Kahvecioğlu ve Sibil Pektorosoğlu’ydu. Aslında onların konsere dahil olmaları son anda gerçekleşmiş.

Çünkü normalde konserin esas davetlisi Fransız Ermeni Korosu AKN’ymiş.

Lakin son anda konserden geri çekildiğini bildirdi AKN.

Gerekçeleri ise böyle bir konserden son anda haberdar edilmek.

Oysa Mercan Dede AKN korosuyla aylar önce bağlantıya geçmiş. Onlar da katılmayı kabul etmiş.

Özetle hayli politik, şaşırtıcı bir deneyimdi "Cezbeden İstanbul" konseri.

Umarım İstanbul’da da tekrarlanır ve sadece Fransızlar’ı cezbetmekle kalmaz bu proje.

VE BİR "BANLİYÖ" PERFORMANSI 

Hemen bir açıklama parantezi açayım: "Cezbeden İstanbul", bu yıl 38. kez yapılan Saint Denis Festivali kapsamında gerçekleştirildi. Daha çok klasik müzik konserleri yapılan festivale her yıl farklı müzik alanından bir müzisyen davet ediliyor. Ve bu müzisyenden özel bir konser projesi yaratması isteniyor. Bu yılın özel konuğu olan Mercan Dede, "Cezbeden İstanbul"u işte buradan yola çıkarak yaratmış. Bir de Fatih Akın’ın belgeseli "İstanbul Hatırası"ndan ilham alarak...

n Katedraldeki konserin yanı sıra dört farklı performans daha sergiledi Mercan Dede. Bu performanslardan biri de Paris’in banliyölerinden Villetaneuse’de yapıldı. Burası daha çok Afrikalılar’ın yaşadığı bir bölge. Paris’in Ümraniye’si ya da Bağcılar’ı. Aynı zamanda, geçen kış patlak veren "banliyö gençlerinin isyanı" olaylarının geçtiği yerlerden. Şimdilik durum sakin, isyan sekteye uğramış gibi. Ve şimdi bu bölgelerin kalkınması için uğraşılıyor. Saint-Denis Festivali de banliyölerin göbeğinde ekstra konserler düzenleyerek "kalkınmaya" yardımcı oluyor.

n Bu mevzudan yola çıkarak bir fikir: İKSV neden müzik festivallerini İstanbul’un diğer semtlerine doğru yaygınlaştırmıyor? Bu düşüncenin akabinde Mercan Dede bahsetti. Görgün Taner önümüzdeki senelerde Caz Festivali’ndeki bazı etkinlikleri Kadıköy, Bakırköy gibi semtlerde yapacakmış. Aslında listeye Gaziosmanpaşa ya da Bağcılar filan eklense fena olmaz, ne dersiniz Görgün Bey?

Merkeze arabayla gelmesinler diye...

Paris’in merkezinde yollar habire daraltılıyor. Buna karşılık bisiklet yolları ve kaldırımlar alabildiğine genişliyor. Araç sahipleri duruma öfkeli.

Yollardaki şeritlerin azaltılmasındaki amaç ise arabaların mümkün olduğunca Paris merkezine girmemesini sağlamak. Böylece trafiği azaltmak ve herkesi zaten çok iyi bir sistemi olan metroya yönlendirmek. Hadisenin mantığı hayli enteresan yani...

Gece hayatı arenasında son durum

Beyoğlu’ndaki Rumeli Han’ın üzerindeki koca teras geçen yıl Vento diye bir mekan olmuştu. Güya mekan, Beyoğlu’nun Laila’sı olacaktı. Ama mayası tutmadı ne yazık ki. Şimdi Vento tamamen değişti, adı Shiny Club oldu. Ve bugün açılıyor. İçinde yine binbir çeşit restoran var.

En çok ilgimi çeken Dikroni adlı Lübnan mutfağı restoranı oldu. En kısa zamanda gidip yemeklerini tadacağım galiba.

n Ve enteresan bir durum: Safran, Sapphire’in içinde açılmış. Ben gittiğimde kapalıydı, geceyarısı olduğu için herhalde. Kafalarda soru işareti tabii: Acaba Safran’ın kitlesi Sapphire’e uyum sağlar mı? Ya da ayrı bir cumhuriyet mi olur Safran?
Yazarın Tüm Yazıları