“İki Dil Bir Bavul” son günlerde en çok merak ettiğim filmlerden biriydi. Beyoğlu Atlas Sineması’nda galası olduğunu öğrenince hemen kalktım gittim.
Atlas’ın salonları tıka basa doluydu. Bir ara “Sezen Aksu ve Yaşar Kemal de galaya geliyormuş” konuşmaları yayıldı etrafta. Ama gelmediler, sadece dedikoduymuş. Galanın en ünlüsü Meltem Cumbul’du. Cumbul’un sadece davetli olduğunu düşünüyordum. Meğer film öncesi yapılacak konuşmaları “sunmak” için oradaymış. Açıkçası şaşırdım ve saygı duydum. Filmi ilk kez Altın Koza’da izleyip bayılmış Meltem. şimdi de filme destek olmak istemiş (Bu arada Kıvanç Tatlıtuğ’la barıştığı haberleri de doğruymuş). Gelelim sadede, yani “İki Dil Bir Bavul”a... Öncelikle belirtmeli; filmde Doğu köyüne tayini çıkan Denizlili genç öğretmen Emre Aydın, yaşayan biri. Yönetmenler (Özgür Doğan ve Orhan Eskiköy) filmi çekmek için uygun köy ararken bulmuşlar Emre’yi. Ve onunla beraber yaklaşık dokuz ay Urfa’nın Demirci Köyü’nde yaşayıp çekim yapmışlar. Peki neyi anlatıyor film? Aslında çok şeyi: Emre öğretmenin Türkçe bilmeyen çocuklara sıfırdan Türkçe öğretmeye çalışmasını, bu uğurdaki muhteşem sabrını ve tabii zaman zaman sabrının taşmasını, okulun bahçesinde salınan Türk bayrağı gibi köyde yalnız oluşunu, çocukların okul tatile girer girmez yeniden esas dillerine, yani Kürtçe’ye dönmelerini, iki dil arasında sıkışıp kalmalarını... Çok klişe ama, hani tam da bu açılım zamanında çok saf, çok net, çok çıplak ortaya koyuyor her şeyi “ıki Dil Bir Bavul”. En güzeli de yönlendirmiyor, ajite etmiyor, dramatikleştirmiyor. “Budur” diyor sadece, “olay budur”. Mutlaka izleyin, izletin... NOT: Emre Öğretmen artık o köyde görev yapmıyordur diye düşünüyordum. Çünkü 2007’de çekilmiş film. Galadan sonra kendisiyle konuştuk. Hayır, hâlâ oradaymış. şimdi askerde olduğu için ara vermiş, ama ikinci dönem yine köye dönecekmiş. “Orada yapacaklarım henüz bitmedi” diyordu. Uzun süredir bu kadar içten bir idealistlik görmediğimi itiraf etmeliyim.
Şimdi batı: Mahalle barlarına geri dönüş
Emre Ergani ilk barı Biber’i yeniden açtı Nişantaşı Abdi ıpekçi’de. Biber, Emre’nin birkaç röportajında söylediği gibi “iddiasız” bir mahalle barı olmuş. ınsanların rahat ettiği, yiyip içtiği, dans ettiği, arkadaşlarıyla buluştuğu... Yakın zamanda Biber, Nişantaşı’nın Lucca’sına da dönüşebilir diyorum. Nitekim geçen akşam Osman Merzeci’nin doğum günü dolayısıyla kimi ararsanız oradaydı: Bettina Hakko, Efe Önbilgin, Ralf Tezman, Mine Kalpakçıoğlu, Celal Çapa gibi gibi... Bu arada bir başka mahalle barı Good Mood (Küçükçiftlik Lunaparkı’nın yanındaki G-Mall’da), tıpkı Biber gibi bir yer. Kendi halinde, mütevazı. Orada da salı gecesi yoğun bir kalabalık vardı. Arte Tahir’in verdiği bir parti üzerine toplanmıştı insanlar. Kış eğlencesinin bir başka trendi daha belli oldu yani: ıddiasız, ama hali hazırda yine şık olan mahalle barlarında sakin bir şekilde eğlenmek. Kendi çevreni/cemaatini toplayarak...
Son olarak: Che
Filmekimi devam ediyor. Daha önce favori film listemi yayınlamıştım hatta. En son Steven Soderbergh’in “Che”sinin ilk bölümünü izledim Filmekimi’nde. Benicio Del Toro, Che Guevara rolünde muhteşem ama film için aynı şeyi söylemem mümkün değil. Sıkıcı ayrıntılarla dolu ilk bir saati. Sonlara doğru film gibi oluyor film. O da galiba kadın devrimcinin Che’nin yanından ayrılmamaya başladığı zamanlara denk geliyor! Filmin en unutulmaz yanı ise Che’nin Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşma...